Geri dön

CENK TATAR

SEN GÜL HEP...

Göz alabildiğine bir yol var ufuk çizgisine; güneşe gülen kadife tenli bir

rehberi var saatlerin..

Yakamozların özendiği ve bir yudum kahveden daha hatırlı gözleri

görebildiğim...

Gülümsemesi var; mutlulukları anlamlandıran; buz tutmaya meyil etmiş

yürekleri ısıtan!

Sessizce haykıran gözleri var; anlatmak istediğini usulca haykıran!

Rüzgarla güneşin birbirini kıskanırcasına paylaşamadığı saçları var yine

güneşi yakan

Düne “an” yarına “umut” veren kadere yoldaş oluşu var bildiğim....

Dört mevsim var gözlerinde; yazdan kışa bir bahardan ötekine göz

alabildiğine

Kelimeler var ruhunda anlam bulmak isteyen....

Nameler var sözlerinde hasreti mutluluğu gizleyen...

Gölgesinde sevgi var; yüreğinde umutlara açmış milyonlarca gül

Her gül; Her gül bir dilek ona adanmış, her gül bir parça güzelliğinden

Güller, güller tek başına öksüz, güller tek başına yavan “o” yüreğini

vermeden

Milyonlarcasının içinde hepsine benzeyen tek ayrı!

Renklerinin yoksunluğunda bütün günler anlamsız bütün hepsi aynı!

Mutluluğa umut; umuda bir yol yüreğinden geçen..

Bütün umutlar sanki yüreğinde “o”gülün....

Ve “o” gül gülmedikçe anlamsız sanki yarın ve dün....

Güllerin güzeli; sultanı güllerin; esirgeme gül...

Güller, güller susamış gülüşüne, güller hasret tebessümüne bir ömür!!

Yoksun bırakma gülüşünden gülleri...

Hasret bırakma zamanın kıyısında senin olmadığın dünleri...

O eşsiz tebessümün anlamlandırır; gül, gül neden tek daldadır..

Ayrılık neden beyazdır, sevmek neden aldır!!!

Sen rehberi, sen , sen anlamısın bütün güllerin....

Ve nihayetisin sensiz yalnız günlerin....

Gül emi, gül emi güllerin sultanı.. gül alabildiğine....

Tebessümün bütün hasretlerine en güzel hediye!

Sen gül hep! Sen hep gül, sen hep gül.

Gül emi, gül emi güllerin sultanı.. gül alabildiğine....

Sen rehberi, sen , sen anlamısın bütün güllerin....

Ve nihayetisin sensiz yalnız günlerin....

Güllerin sultanı, Gülüşün hiç solmasın dinmesin ruhundaki nihavent!

Sen gül hep! Sen hep gül, sen hep gül.

Gül emi, güllerin sultanı.. Sen hep gül. Hep gül. Hep gül. Gül…

Cenk Tatar- 13.07.2009

ÖNÜM YARIN, ARKAM DÜN.

YARIM OLSA DA PARÇASIYDI BİR DÜŞÜN…

Matemiydi ilkbaharın; müjdesiydi gülüşü merhaba demeye yazın. Suskun  yalnızlığa isyan edercesine, sabahlarının kıyılarına vururken alabora  biçare umutlar ve terki diyara meyilliyken hırçın Karadeniz’den; ümitlerinde nefes alabileceğini gösterdi bana hayat. Ey hat; terazin tartmaz gönlümü, tercüman olamaz sustuklarıma.

Öyle ve böyle işte, hedefsiz bir ok gibi bir sabahçı kahvesinin önüne rastlarken hayallerimin izdüşümü, yeni güne uyanış,  bir müjdemi ??? veya belirsizliğimi yarının. Çok sustum büyük sustum…  Sırt çevirdim kendime. Nasıl bir hesaplaşma ki bu? Nasıl bir boy ölçüşme? Arkadaş bu nasıl sevme?

Düşmek onurudur kanat çırpmanın, kanat çırpmaya cesareti olamayan düşemez ki yükseklerden; işte sen !!! kırık kanatla olsa bile uçabilmenin ihtimaliydin rüzgarlara aldırmaksızın. Yarım kalmış bir hikayeyi aklıma getirdi gözlerin… Yarımdı hikaye, yarımdı yarınlar, yarımdı senden kalanlar…

İki yarım bi tam etmez hiç bi zaman… Bu kadar yarımken herşey, bu kadar yavanken, bu kadar yalınken nefes almak; festivaldi gözlerin festivaldi gülüşün, yarım olsa da parçasıydı bir düşün…

Sonrası çok mu önemli sence?  Bence değil; umutlarıma ümit olan baharın şahidi o bakışlar…  Ya sonra? Önemli mi sence? Bence değil; bedene bürünmüş bir düş veya rüya… Senden önce aldığım nefesmiş güya…

Önemli mi sonrası? Bence değil… Sevmek payitaht, sevmek nefes, sevmek ümit, sevmek mucize, sevmek sen… Alacakaranlık gibi kaldım.  önüm yarın , arkam dün, ilk gerçek tebessümüm seni bakışlarının gölgesine düştüğüm gün…

Zaman geçsin mi? Geçsin bence hem de çabucak… Unutmasın gökyüzü, unutmasın denizler, unutmasın yarın, unutmasın yıllar, unutmasın sevdim sananlar…

Zaman geçer, gün geçer, belki ömür; suskun yalnızlığın mabedindedir bu gönül…

Varsın gün kavuşsun geceye, alacakaranlık gerçeğe, gerçek kanatır avuçları, şahidimdir berduş bulutların gözyaşı…

Ben konuşamam, ben anlatamam, ben yazamam, gönlüme tercüman olmaz dilim, yalnızlığa kafa tutamaz yüreğim. Ben seyyahım, ben yalnızım, ben nefer; bin doğsa bu yürek bin defada gülen gözlerine düşer…

Cenk TATAR - 07.02.2014

 

 

 

ARDINDAN YOKLUĞUNUN...

Yak ateşi alacakaranlığın sabaha gülümserken en ayaz bakışlarına,
En masumken güne merhaba diyen dün, ayrılığın soğuğu körükler yüreğini aslında...
Kadehine göz yaşı ayrılığın; umuduma yalnızlığı haykırışın...
Ufkuna hasret eken düne, sitemim kendime değil, kaderin gözlerine düşürdüğü güne
Seçemedim tozlu raflar arasında akıp giden dolunayın ıssızlığını...
Bulamadım yakamozu bir başka gözyaşında; hem usul hem sınırsızca...
Yoksun kalmış kafiyelerden hicaz-ı gönlümün, her noktasına sen karışmışsın ömrümün.
Yokluğunda yoksunluğuna çare bulamazken yabancı bakışlarda, yaban yüzlerde
Baharlar yok, yazlar bilinmez kış, yüreğim dökülür, yalnızlığıma yoldaş güzlerde.
Ağlayan çok gidenin ardından bilirim, yokluğuna değil dermandan beklediğim
Umutlara bağlanan dalgalanmış hasretlerin kıyısında bir gün;
Sen olmadığın her ses anlamsızsa, her nefes daha kavimsizleştiriyorsa seyyah ruhumu
Sen yoksan ve dönmeyeceksen o gün; saat o günde takıldıysa,
Takvim o günde çakıldıysa, kazınmasa da çıkmıyorsa aklımdan 
Yanmak sadece mecazında kaybolmuşsa yüreğimin.
Anlamı kalmamışsa sana adanan umudumun, sevgine muhtaç dileğimin
Yalnızlık tek neferse sensizlik ordumda, cephanem bitmek bilmeyen hasretinse
Her cephe kapanmamacasına yeni bir yara açıyorsa yüreğimde.
Zafer ve mağlubiyetin anlamı dudaklarının arasında gizliyse...
Düşmanım yokken defalarca vuruluyorsam kalbimden ve akmıyorsa kanım
Ufuktan medet umuyorken, yalnızlığa alışmak istemezken sol yanım.
Anlatsam da kelimeler yetersizse lügatına sevdamın ve yoksa bir anlayanım...
Issız yokluğuna isyan gün gibi; ben konuşmasam elbet anlatır tarihte bir gün
Her şeye rağmen bir damlasını beklerim o göz yaşının; 
Onu da çok gördüysen bana, oda çok görüldüyse bana; istemem, olmasın ağlayanım...

22.12.2008

 

                      

BEMBEYAZ ESARETE TESLİM OLMAYA YÜZ TUTARKEN

Bembeyaz esarete teslim olmaya yüz tutarken, denize hasret mavinin özlemiyle tutuşan şehir;  düşler beyaz beyaz yer yüzüne saçılırken hesapsız ve tutmazken sevda üzerine yapılan hesaplar ve binbir vazgeçişimin bin ikiye devr-i teslimini not düşerken zihnime, vazgeçmişken takvim yapraklarının sayımından; nerden çıktın sen? Nerden çıktın gün geceye devrilirken, gözlerimi kapadığımda uykusuz gecelere tekabül eden gülüşünün var mıydı şimdi gereği?

Bulutları sıyırıp, savuştursam sağa sola, kasveti çözsem gökyüzünden, güler misin bir daha? Becerebilir miyim güneşi kucaklasam, kalbimi gülüşün kadar ısıtabilmeyi? Suskun sabahlar eşlik eder mi, fütursuzca şarkılar besteleyen rüzgarlara. Kalbi var mıdır rüzgarların? Yoksa senin gibi derinden esemezler mi fethede fethede yalnızları.

 Hayal kırıkları dağılmışken bertaraf ruhumun dört bir yanına, bu uyanış, bu sessiz göç ve direniş, ajite sevdaların ayazında donmuş ve kendinden bihaber  faili meçhul aşklara karışmış derken umudum; ruhumun kanatlarını sende buldum kaf dağının arkasında söküp almak için sevdamı.

Ama prematüre doğmuştu henüz meşru aşkın hadisesi, nefes almak için delice çarpan kalp, kaldıramıyordu iki bakışın gölgesini, yükselmeye çalışırken silkelenerek yerden yükseklere , bir o kadar da, sevdadan düşüp gerçeğe çakılma ihtimalleri artıyordu. Bu sefer susuyordu rüzgarlar dem tutmamış duygularında fırtınasında, saygıyla diz çökerek. Umut için rehber oluyordu güneşin gülüşü ve ay ışığı anlatıyordu usulca yarım kalan bir düşü…

Sevilmişti işte spontane karlı kışın bir gününde ve sözünde durması bekleniliyordu daha önce binbir numara çeken kaderin, bu sefer ekmeyecekti söz verdiği yere zamanında gelecekti… Miş’li geçmiş zamanın gayri ciddiliğinde çöken umutlar tamir edilmeye çalışırken, gelecek zamana kaydırıldı umutlar yine sebepsiz yine bilinmeden. 

Binbir duvar binbir engel korkutmuyordu yine beni, yılgınlığımı cilaladığını sanarken kaderin sahte duvarı, ben kalbimi bırakmış aşmıştım onu çoktan… Kalbim kalmıştı geride ama sevdiğini  hatırlamıştı hiç yoktan….

                                                                                                         
29.01.2011

    

 

BENDEKİ SEN…


Cesaretim yoktu kimliksiz kalabalıklardan kopup, gülüşünde yakılanan yarına ortak olmaya
Hayallerimin bir yanı sökülmüş umutsuz salkım saçak bekleyişlerden ötesine yoktu çıkışı
Oysa ki izi vardı yarım kalmış yaşanmışların bile, tutulmaya yüz tutmuş sevdaların eşiğinde
Garipsemeden hüzünle yaşamayı öğrenebilmek, sanki tiryakilik, vazgeçememek yinede
Sorulara verilemeyen cevaplar ve aslında cevabı olmayan aksak sevme hikayelerinde ki mutsuz sonlar
Çok düşen gördüm ben bu uğurda kendimden de başka, ama nafile işte tek yürek yetmiyor aşka
Düştüğünde uzanan bir yürek bekler gelmeyeceğini bile bile yalnızlığının bilmem kaçıncı perdesi
Soğuğunda sıcak bir nefes gibi ısıtır tek başına bile kavuşma hayalleri
Bilmem kaç kere sevmiş bata çıka bu gönül, kaç kere yarından almış hakkını?
Kaç kere ağlamış çıplak ayak koşan bir umudun peşinde arnavut kaldırımlı dik yokuşlardan…
Pamuk şekerine duyulan özlem gibi çocuksu ve saf, son meteliğine kadar sevgiye adanmış bir yürek 
Masumiyeti bulutsuz diyarlarının umuda çizdiği şeffaf patikalarda gizli bucaksız sevmeler
Seni gördüğüm günde kaldı yarınım, seni gördüğüm günde kaldım umutlarım…
Dününde kaldı işte, kimi zaman hasretinde kimi zaman özleminde kaldı anılarım.
Seni bildim bana kalan bu hayattan, umursamadım ne varsa gerisinde korkusuz ve sessizce
Bekledim ben umudun kıyısında bir sabahçı kahvesinde
Bekledim ben bir martının kanatlarında, süzülürken boğazın derin mavisinde
Unutmadım senden kalanı, unutamadım, beceremedim tek kişilik oyunumun finalini
Oynayamadım yalnızlığım son perdesini…
Son tiratımı atarken tozlu hayatın sahnesinin biletsiz seyircilerine
İlişti sanki suretin bir köşesinden gözlerime; daldım bende seyre
Unutmuştum zaten bende ki beni, sen vardın sadece ama bende ki sen
Sendin işte yine bende, bende benden kalmamıştı zerre hep sen olmuştum sebepsiz yere…
Nefesin sebepti nefesime, ben beni terketmiştim bende ki sene…
Ve geçti bilmem kaç sene, kapı çaldı bir gün…
Açtım kapıyı sendin, ilk inanamadın, sanki bir rüyaydı, yoksa imkansızlar dizemi gelmişti?
Bir hışımla daldın yüreğimden içeri, sormadın girebilirmiyim diye?
Bendeki senle karşıladım ben seni, şaşkınlığımın gözlerimin rutubetiyle karıştı bir bilinmezliğe
Dünümde sen vardın yine, kendin gelmiştim sormadan bugünüme
Dünde kalmıştı yarınım, sende kalmıştı yarınım, sende kalmıştı yine yaşananlarım
Dünden kesersem umudu yarın kalmaz ki bana; yarınımında dün yoksa ne gerek anılara
Anılardan aldın bendeki seni, razı gelmekten başka alacağım kalmadı bugünden kalana
Herhangi bir kitabın satırındasın artık sen veya bulutlar gökyüzünü kucaklarken
Yağmursun seni bekleyen çorak gönlüme, güneşsin artık bilmediğim karanlık gölgelerime
Sanma ki kalır bende ki sen sana; nefes aldıkça şahit olsun dünya
Bitmek bilmeyen umutlara, beklenenin gelmediği yarınlara…
Bir kız çocuğunun gülüşüne sakladım ben yarınımı.
Büyüdükçe bir gün alarak bu hayattan; anlamı çoktur anlayana…

29.05.2011 23:07
                                                                                                                          


                                                             

BİR UMUT HİKAYESİ…

Sabahın beşi; güneş daha mesaisine başlamamış, gözleri mahmur, ayılmaya çalışırken yeni güne, martıların şarkıları sabahı aydınlatırken güneşten önce; mutluluğa sipariş umutların sırası karışmışken sessizliğin çıkmazlarına ve geceden kalan ayyaş bir sağanak ıslatırken gelişigüzel yaşanmışları dünden kalan; sen yoklarsın aklımı sebepsiz, hasretinle demli bir çay içerim günün ilk ışıklarına doğru.

Düşünürüm sonra, öyle kolay olmadığınıda bilirim ümitlerin kırıntılarından mutluluklar doldurmayı ceplerime. Derin bir nefesin durağanlığında mutluluğa koşulamaz, soluklanmak zaman ister ve sabretmek cesarettir aslında. Sabretmek umuttur, silahıdır meftunun. Sabretmek şerbetidir yokluğun.

Her uyanış bir mirastır dünden bugüne, katıksız büyür sanki heyecan, dizginlemez dört nala koşarken, sürükler bedeni, sürükler nefesi; beklenenin sardunyalarının güldüğü cama dek. İzidir nefes sevdanın, izidir nefes yalnızlığın; elçisidir umudun ve bekçisidir sessizliğin hüküm sürdüğü güne kavuşmak bilmeyen dakikaların.  Nefestir ses, yarına umudu taşıyan çığlıktır martıların sokakları yankıladığı. Sevmektir nefes, kopamamaktır gözlerinin gülüşünden sonuna dek. Beyhudedir bazen kader, vargücünle sevda hikayeleriyle bol ölçüşme çabalarının derin sarhoşuluğunda yakalar en zayıf yerinden, yakalar umutlarını hasretinden. Yarıda kalmış güzel bir rüyanın vurgunu gibidir; sevdiğinin hasretine hediye ettiği tebessüm. Tekrar dalıp o eşsiz tebessüme kaldığın yerden devam etmek için uykuya; yastık diken, yatağın dar ya sana, öyledir işte durduramazsın zamanı, tutamazsın ellerinle.

Karşılıksız yaşanmışların kayıtsız yaşanmamışlıklarına doğru koşarken taş sokaklarında merhametin, umudu bağlarsın uçurtmanın kenarına. Yüksek duvarların ardındaki dünyayı sen göremesende umudun bilsin diye. Ve bir ayrılık rüzgarına karşı koymanla başlar umudunun uçurtmayla arkadaşlığı. Umutlarını özgürleştirdiğinin yanılgısını anlayamaz olursun o zaman. Uçurtman yükseldikçe sevinirsin güneşe doğru. Uçurtman kucakladıkça hasret rüzgarlarını yükselir biraz daha, derken biraz daha… Hasret rüzgarlarının koynuna teslim ettiğin umutlarını kendi ellerinle kaybettiğini anlaman çok uzun sürmez elbet. Elinde zannettiğin uçurtmanın ipi yalnızlıktan ibaret. Kopar en güçgüz yerinden ansızın sessizce… Uçurtman gözden kaybolur yükseldikçe umutlarınla birlikte. Hasret rüzgarları hiç sevmez umutları ve söylemezler götürdükleri yeri. Sende arar durursun, nerde benim umudum diye sorarsın her yıldız kaydığında veya her gökkuşağının altında.

Hasret rüzgarları belki götürdünüz umutlarımı bilmediklerimin bilinmeyenine, belki arasamda bulunmayacak memleketlere sakladınız yine bilmediğim. Ben bilmem belki, ne yerini ne sebebini ama hasretini bilirim, özlemini bilirim ben sevmeyi bilirim. Sevemezsiniz siz benim gibi. Siz sebebini bilirsiniz belki; ama benim sevgimin yok bir sebebi, siz yerini bilirsiniz belki ama bilemezsiniz bendeki yerini, yüreğimdeki. Ben sevdamı taşırım yüreğimde, ben taşırım bilinmezi belki. Size ağır gelir ama ben bilirim taşımayı hasreti…

23.05.2011

                                                                                                                                                                                                           
 


    

 

HADİ GİT!

 

Dönmem geri bir daha, bilemem sebebini, ister gurur de ister delilik, ya  sevemedik birbirimizi ya da sevdiğimizi zannettik. Prangalar firara engel değil sensizlik nöbetlerini tetiklerken güneşin batışı. Marifet değil süslü sevgi sözcükleriyle kolkola aşkı tarif eden sokaklarda dolaşmak. Ne kadar daha yalan olabilirsin seviyorum derken? Ne kadar daha talan olabilir yüreğim titreye titreye senden geçerken?.Bilemezsin sevdiğim, çünkü sevmeyi beceremedin sen.

Korkardım eskilerde, senin uzağında nefes alabilme ihtimali imkansız gelirdi.Sağanak bir yağmura tutulmuşçasına sırılsıklam olurdu bedenim. Anlatamazdım kaç geceyi sabah ettiğimi ve kelimelerde bulamazdım seni nasıl sevdiğimin karşılığını. Boyumu aşardı sevmelerim, vazgeçemezdim gözlerinden, dört mevsim gibi dönerdi hasretin yüreğimde, kimi yakardı güneşin, kimi hazan kırmızısı olurdu yolların, kimi donardım sabahın ayazında gözlerine dalarken, kimi uçuşurdum dalından zorla koparılmış yaprak gibi rüzgarın kollarında.

Kaynayan ruhum volkanlar gibi püskürürdü, yüreğime gözlerinin hayali düştüğünde, susmazdı şarkılarım, boğardı nakaratlar yalnızlığımı, her sabah başka bir hasretin kıyısında bulurdum kendimi ve hatırlayamadığım senli rüyaları sayıklardım güneş bana kaşlarını çatarken. Her gün başka bir isyanı bastırırken yalnızlığım, hasretinin milisleri ağır kayıplar verdirirdi umutlarıma, gün geceye kavuşurken. Hep haklı bir sebep biçme çabalarım vardı bu senin kayıtsız gidişine. Gidişin kaçışındı kendinden; umutlarımın yüzüstü kalışının ardından beklenen ağıtlara ve anlamsız yalnızlaştırılmanın sarhoşluğunda, yarı melankolik, ayyaş, hiddete bulanmış, gözyaşının mayaladığı sitemlere ve anlamını yitirmiş öfke gelgitlerine sebep olmayacak bil. Vakitsiz gelirsem düne karışan anılarınla birlikte korkma sakın, düne dair ne varsa yaşanmış ve yaşanmaya cesaret edilememiş geçir yüreğinden. Sana kalan ne varsa al git. Ne izi kalsın umutlarımızın, ne de bir zerresi sevgimin; sök at yüreğinden

Kimi zaman mutlu, kimi zaman olağanca tersliklerin başımızdan eksik olmayacağı günleri, ne olursa olsun, dünya döndükçe ve nefes alarak bakabildikçe gökyüzüne, yarınlara, umutlara, beraberce, ellerimizi ayırmaksızın paylaşalım demiştim. Sen geçerken uğramayı ve bir bakıp çıkmayı tercih ettin. Bakışlarındaki sıcaklığın ruhumda büründüğü dalgalar yanıltmadı beni yüreğimi çalkalarken. Seni kandırdı hayat, yüreğini kandırdı sahte düşlerin ve boyalı maskelerle süslediğin rüya dediğin mecburiyetlerin. O zaman şimdi git. Hangi gün bittiğini takvime karalamasam da, sen yüreğini kararttığın günü asla unutmayacaksın. Susuyorum şimdi; gerçekleştiğini sandığın rüyalarının keyfini doyasıya sürmen için. Susuyorum şimdi haklı çıkmamak için her gece dua ederken, haklı çıkacağım günlerde teselli olmak için. Susuyorum işte gerçek sebebini bilmeden ve asla öğrenmemek umuduyla.

Seçtiğini sandığın umutları, yüreğindeki son kullanma tarihi geçmiş mutlulukları unutma al yanına gittiğin yolda. İklimine uymayan dikenler sarmasın yüreğini. Misafir etme senden vazgeçişimi hatrına bir daha ve kalmasın hiçbir şey benden sana yarına.  Hadi git, deme sakın hoşça kal, ne bugünün üzülsün nede yarınlar!

                                                                                                               
25.10.2010

 

                                                                                                          

 

PAYLAŞ : Email Facebook Google Twitter