Geri dön

İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN : HAYATI VE KİŞİLİĞİ

 
İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN’IN
 
HAYATI VE KİŞİLİĞİ
 
1- İkinci Abdülhamid’in Şehzadeliği
 
Babası : Sultan Abdülmecid. 
Annesi : Tirimüjgan Kadın Efendi. 
Doğumu :21 Eylül 1842.      
Vefatı      : 10 şubat 1918. 
Saltanatı :1876 - 1909 (33) sene.  
Kabri : İstanbul Çemberlitaş’ta Sultan II. Mahmud Hân Türbesindedir.        
 
Sultan Abdülhamid’in annesi Tirimüjgan Kadın Efendi, Çerkezlerin “Şapsığ” kabilesinden gelerek 1839 yılında Abdülmecid’in kadınları arasına girmiştir. Batılı kaynaklarda annesinin Gürcü asıllı hatta -G. Dorys adında bir Fransızın iddiasında olduğu gibi- Ermeni olduğundan bahsedilirse de bunlar doğru değildir.  İkinci Abdülhamid, doğumunda tahtın üçüncü varisi, 1861 yılında babasının ölümü ve amcası Abdülaziz’in tahta çıkışı ile tahtın ikinci varisi ve ennihayet V. Murat’ın  tahta cülusu ile de tahtın birinci ve tek varisi olmuştur. 
 
1876 yılında tahta çıkan Abdülhamid, 1909 yılında hal edilmiş ardından da Selanik’e sürgüne gönderilmiş Balkanlarda karışıklık çıkması üzerine de tekrar İstanbul’a getirilmiş ve 1918 yılında da Beylerbeyi Saray’ında hayata gözlerini yummuştur. 
 
Bence Abdülhamid’in kişiliğini derinden etkileyen olay 10 yaşında iken annesi Tirimüjgan Kadın Efendi’nin vefat etmiş olmasıdır. Abdülhamid’in terbiyesi annesinin vefatı ile çocuğu olmayan Piristû Kadın Efendiye havale edilmiştir. Piristû Kadın Efendi her ne kadar Abdülhamid’e annesinin yokluğunu hissettirmemeye çalışmışsa da bunda çok da başarılı olamamıştır. Abdülhamid, olaylardan etkilenmiş ve içine kapanık bir hayat yaşamaya başlamıştır. Bu durumu Abdülhamid hatıralarında şöyle ifade eder:
 
“Benim ne şartlar altında yetiştiğim her zaman unutuluyor. Kız ve erkek kardeşlerim sevilip şımartılırken, bilmediğim bir sebeple babam bana iyi muamele etmezdi. Beni yalnız zavallı kardeşim Murad anlardı... Çocukluğumdan beri ciddi bir tabiatım vardı. Oyun oynamayı da sevmezdim. Bu halimden dolayı hocalarım beni azarlar babama şikayet ederlerdi. Çevremdekilerin beni anlamadıklarını görür büsbütün içime kapanırdım.” 
İkinci Abdülhamid; Türkçe’yi Gerdankıran Ömer Efendiden, Acemce’yi Ali Mahfi Efendiden, Arapça’yı Ferit Efendiden, Fransızca’yı Ethem Paşa ve Gardet isimli Fransızdan, Musikiyi de Guetelli ve Lombardi isimli iki İtalyandan öğrenmiştir.
 
İkinci Abdülhamid şehzadeliği zamanında muntazaman kitap okumuş ve bunu hayatının sonuna kadar da devam ettirmeye çalışmıştır. Şehzadeliği döneminden itibaren yerli ve yabancı gazeteleri takip eden Abdülhamid, kamuoyunun nabzını tutmayı tâ şehzadeliği zamanında öğrenmiştir. 
 
Gerek şehzadeliğinde gerekse sonrasında iktisada son derece dikkat eden Abdülhamid, dairesinin en ufak  masrafına varıncaya kadar her muameleyi kontrol eder ve bilhassa israftan son derece kaçınırdı. Onun eskiyen ayakkabılarını tamir etmesi saray çevrelerinde alay konusu yapılmıştır.
 
II. Abdülhamid’in Osmanlı Devleti’nin siyasetinde seleflerinin aksine olarak devlet işlerinde şahsi kontrolünü getirdiği, hükümet yerine sarayı ön plana geçirdiği kanaati umumidir .
 
Veliahtlığı zamanında devletin mühim mevkilerini işgal eden rical ile yerli ve yabancı simalar ile sık sık görüşen Abdülhamid’in evi geceli gündüzlü tüm ziyaretçilere açıktı.  
 
Kendinden önceki padişahlardan farklı olarak “Şazeli Tarikatı”na intisap eden Abdülhamid, 1879’dan itibaren “Kadiri Tarikatı”na da bağlanmış ve ömrünün son yıllarında da “Nakşibendi Tarikatı”na girmiştir . Gerek bu durum gerekse saltanatında sürdürdüğü yaşam Abdülhamid’in halk arasında Veliyyullah olarak isimlendirilmesi neticesini vermiştir. 
 
Amcası Abdülaziz zamanında çeşitli seyahatlerde bulunan Abdülhamid, Avusturya Kralı, Prusya Veliahdı, Galler Prensi, Emir Abdülkadir ve Şeyh Şamil gibi batılı ve doğulu devlet adamlarıyla tanışmış ve onlardan istifade etmesini bilmiştir. 
 
Abdülhamid, kurulduğu yıl Genç Osmanlılar Cemiyetine üye olmuşsa da daha sonra gayelerinin bozukluğunu anlayıp onlardan ayrılmıştır. 
 
Abdülhamid’e göre babası Abdülmecid ve ağabeyi V. Murad’ın alafranga hayatı devlete ve millete çok büyük zararlara neden olmuştur. Bu nedenle çok tutumlu davranan Abdülhamid daha şehzadeliği döneminden itibaren büyük bir servete  malik olmuştur.  
 
2- Abdülhamid’in Tahta Çıkışı
 
V. Murad’ın ruhsal dengesinin yerinde olmadığının anlaşılması üzerine tahtın tek varisi olan İkinci Abdülhamid’e saltanatın yolu açılmıştır. Mithat Paşa V. Murad’tan umduğunu bulamayınca Abdülhamid’e, Meşruyeti ilan ettiği takdirde tahta çıkabileceğini şart koşmuş O da bunu kabul ederek tahta geçmiştir. Meşrutiyet 1876 tarihinde ilan edilmesine rağmen uzun ömürlü olmamış ve 93 harbi ve yaşanan olumsuzluklar nedeni ile 10 Şubat 1877 tarihinde tatil edildi. 93 harbi Mithat Paşa ve ekibinin istediği ancak Osmanlı Devleti’nin büyük bir malubiyet aldığı savaştır. Bu savaşın kazanılması için Gazi Osman Paşa ve Ahmed Muhtar Paşanın çok büyük gayretleri olmuşsa da Ruslar Batıda Yeşilköy’e Doğuda ise Kars’a kadar ilerlemişlerdir. Burada Osmanlı Devleti ile Yeşilköy (Ayastefanos) Anlaşmasını imzalayan Ruslar, Avrupalı Devletlerin de baskısı ile bu anlaşma yerine Berlin Anlaşmasını imzalamışlardır. 
 
3- Abdülhamid’e Karşı İlk İhtilaller
 
A- Çırağan Vakası (Ali Suavi Vakası): Ali Suavi, Galatasaray Sultani’sine müdür olarak tayin edilmişse de başarı gösteremeyince görevinden alınmıştır.  Boşta kalan Ali Suavi de Abdülhamid’i devirip yerine V. Murad’ı tekrar tahta geçirmeye teşebbüs etmiş bu cümleden olmak üzere 500 Rumeli göçmeni ile 20 Mayıs 1878 günü Çırağan Sarayını basan Ali Suavi, V. Murad’ı bulunduğu yerden çıkarmış “Padişahım çok yaşa” diye bağırarak  ilerlerken de Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşanın elindeki sopa ile başına yediği bir darbe neticesinde de ölmüştür . 
 
B- Aziz Bey – Scaliyeri Komitesi: Abdülhamid’i devirmeye yönelik olarak Mason Locaları tarafından yapılmış olan bu suikast girişimi Abdülhamid’in kurduğu Hafiye Teşkilatı tarafından daha plan aşamasında iken öğrenilmiş, saraya kadın kıyafetinde giren kimseler kıskıvrak yakalanmıştır.  
 
4- Babıâli’nin Saraya Taşınması ve Yıldız Sarayı
 
Aslında Abdülhamid dönemi Osmanlı yönetimini ikiye ayırmak mümkündür. Bunlardan birinci dönem yönetimde Mithat Paşa ve arkadaşlarının etkin olduğu dönem; ikinci dönem ise Abdülhamid’in her şeye hakim olduğu dönemdir. Aslında Abdülhamid dönemi her anlamda merkezî otoriter yönetimin sürdürüldüğü yıllardır. Abdülhamid, devletin her türlü işleri ile meşgul olduğu için bürokrasi her anlamda ikinci planda kalır. Bu cümleden olmak üzere daha önceki dönemlerde gördüğümüz Babıâli’nin yönetimdeki etkinliği bu dönemde yok gibidir. 
 
Yıldız Sarayı, 1822 yılında II. Mahmud tarafından inşa ettirilmiştir. II. Mahmud’un “Yıldız” isminde gözdesine atfen bu ismi alan saray, Abdülhamid döneminin her türlü gizli haberlerine tanıklık etmiştir. Abdülhamid döneminde “Tüm yollar Yıldız’a çıkar” sözü meşhurdur. Bu anlamda sadece iç işler değil dış ilişkiler de Yıldız Sarayı’ndan idare edilir olmuştur. Aslında İkinci Abdülhamid Dolmabahçe Sarayından Yıldız Sarayına Hal korkusu, denize olan uzaklığı ve savunmasının kolay olması nedenlerinden dolayı geçmiştir.  
Yabancı elçiler herhangi bir sorunları olması halinde Babıâli’ye hiç uğramadan direk Abdülhamid ile görüşme yolunu tutmuşlardır. Bunda da haklıdırlar çünkü yukarıda da belirttiğim gibi Abdülhamid, her anlamda merkezî otoriter bir yönetim kurmuştu ve her şeyle bizzat ilgileniyordu. 
 
5- Hafiye Teşkilatı
 
Abdülhamid’e yönelik yöneltilen suçlamalardan biride aşırı derecede vehimli olmasıdır. Kendisinin sadrazamlığını da yapmış olan Sait Paşa bu hususta hatıralarında şöyle demektedir: “Sultan İkinci Abdülhamid aşırı vehimliliği ile zalim bir padişah olarak tanınmıştır .” Bazı yazarlara göre de Abdülhamid’in kişiliğinin en belirgin niteliği korkudur .
 
Abdülhamid’in yaşadığı dönem göz önüne alınırsa bence bu şüphecilik gayet normaldir. Zaten Abdülhamid de bu durumu yaşadığı olaylar neticesinde gayet normal olarak nitelemektedir. 
 
Aslında Abdülhamid’in vehmini aldığı jurnaller tahrik ediyordu. Aslı olsun ya da olmasın çeşitli jurnaller Sultanın gözüne girmek isteyen kimseler tarafından bildiriliyordu. Bu durum aşırıya kaçtığı için Abdülhamid haliyle biraz şüpheli davranıyordu. 
 
Kimi tarihçilere göre Sultan Abdülhamid’in en büyük korkusu hal edilmekti . Abdülhamid, iki hal olayına şahit olmuş ve bir üçüncüsünün kendi başına gelmesinden korkmuştur. 
 
Sultanın vehminin tabii sonucu olarak “Hafiye Teşkilatı” kurulmuştur. Abdülhamid’e göre Sultan Abdülaziz ve Sultan Murad istihbaratsızlık nedeni ile hal edilmişlerdir. Hatta Sultan Abdülaziz hal edilirken bile sarayının ablukaya alındığından bile habersizdi. 
 
Abdülhamid, münzevi bir hayat yaşamasına rağmen kurduğu istihbarat servisi sayesinde oturduğu koltuktan kimin ne yaptığını ve nelere ulaşmak istediğini haber alırdı. Hatta bir defasında yabancı bir elçiye kardeşinin bir kadınla olan ilişkisini ayrıntıları ile anlatmış; bu duruma elçi çok şaşırmıştır . 
 
Bazı kimselere göre Abdülhamid’in Hafiye Teşkilatı, gizli haber alma teşkilatı olan CIA’in örnek olarak aldığı bir teşkilattır. 
 
6- Yıldız Mahkemesi ve Mithat Paşa
 
Aslında Mithat Paşa ve Abdülhamid hiç bir zaman kişilik itibari ile uyuşamamıştır. Zaten hatıralarında Abdülhamid, Mithat Paşayı “Balonunu söndürmek” amacı ile sadarete getirdiğini ifade etmektedir. 
 
Yıldız Mahkemesi Sultan Abdülaziz Han’ın ölüm nedenin araştırmak amacı ile üç Müslüman ikide gayrimüslim üyeden oluşan Abdülhamid’ın  emri ile kurulmuş bir mahkemedir. Mahkeme halka açık olarak yapılmış ve hiç bir şekilde kimseye baskı yapılmamıştır. 
Yıldız Mahkemesinin kurulması ile birlikte Mithat Paşanın da dinlenmesi için emir çıkartılınca Mithat Paşa - kendisinin de ifade ettiği gibi - en büyük hatasını yaparak  Fransız konsolosluğuna sığınmıştır. Fransa ile yapılan diplomatik teatiler neticesinde iade edilen Mithat Paşa, Yıldız Mahkemesine gelerek ifade vermiş ve Sultan Abdülaziz’in ölümü ile herhangi bir ilgisinin olmadığını ifade etmiştir. 
 
Dinlenen diğer şahitlerin neticesinde şu karara varılmıştır: “Fahri Bey, Sultan Abdülaziz’i arkadan tutmuş, Hacı Mehmet ve Cezayirli Mustafa da dizlerine oturmuşlar, Pehlivan Mustafa da Sultan’ın bileklerini kesmiştir. Mithat Paşa da bu olaylardan haberdar olup Sultan’ın öldürülmesine ses çıkarmamıştır. Bu çerçevede Mithat Paşa ve isimleri sayılan kimseler idama mahkum edilmiştir. İdam kararı Abdülhamid’in imzası ile gerçekleşeceği için karar Sultana arz edilmiş ancak Sultan bu kararı onaylamayarak kişilerin müebbet hapis edilmesine karar vermiştir . 
 
7- Sultan Abdülhamid ve Masonluk
 
Masonluk Abdülhamid’in görüşüne göre devleti yıkmayı hedef alan bir harekettir. Daha şehzadeliği döneminden itibaren masonları sıkı takibe alan Abdülhamid, ağabeysi Murad’ın mason olmasından son derece de müteessir olmuştur. Ayrıca kendisine yapılan masonluk teklifini de reddetmiştir. Bazı tarihçilerin görüşüne göre Osmanlı tarihinde masonluk en sıkı takibe Abdülhamid döneminde uğramıştır . 
Abdülhamid’e göre her mason locası kendi menfaati için çalışıyor, menfaatleri için de Türk masonlarını kullanıyorlardı. Abdülhamid’e göre Masonlar ifade ettikleri gibi barış ve sevgi için değil Osmanlı Devletini parçalamak için uğraşıyorlardı . Abdülhamid, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında takibe aldığı Masonların faaliyetlerine bir son vermek amacı ile Osmanlı Devleti sınırları içerisinde faaliyet yasağı koymuştur. 
 
8- Sultan Abdülhamid’in Özel Hayatı ve Haremi
 
Sultan Abdülhamid haleflerine oranla son derece mütevazi bir harem hayatı geçirmiştir . Sultan Abdülhamid’in hareminde çok az sayıda kadın olmuştur. Ayrıca bu kadınlar hiç bir surette devlet işlerine karıştırılmamıştır. 
 
Sultan Abdülhamid -muhaliflerinin de zamanla anladığı ve ifade ettiği gibi- son derece üstün bir zekaya sahipti. Sultan, Güneş doğmadan evvel kalkar önce duş alır daha sonra kahvaltı yaparak saat 11’e kadar devlet işleri ile uğraşırdı. Öğle yemeği sonrası 15-20 dakika kadar dinlenen Sultan, akşam yemeğine kadar devlet işleri ile uğraşırdı. Yatmadan evvel mutadı olduğu üzere kitap okutturan Abdülhamid (kütüphanesinde 10.000’i aşkın kitap bulunmakta idi) bunu hayatının sonuna kadar devam ettirmeye çalışmıştır. 
 
Uzunçarşılı’ya göre de Abdülhamid “hissiyatını saklamasını bilir, ikiyüzlü de hareket ederdi . Son derece vehimli ve hayatına düşkün olan İkinci Abdülhamid, öldürülmekten son derece korkardı. Ayrıca vehmine rağmen hayatî hadiselerde soğukkanlılığını muhafaza eder ve hiç telaş göstermezdi.”
 
9- Sultan Abdülhamid ve Dış Poiltika
 
Abdülhamid’in dış politikadaki temel prensibi Osmanlı Devletini barış içerisinde yaşatmaktı. Bunu gerçekleştirmek için Abdülhamid dengeli, tarafsız, bağımsız ve ihtilaflardan faydalanan bir politika izlemiştir. 
 
Abdülhamid; Fas, Tunus, Mısır gibi vilayetlerin elden çıkmasına pek fazla  ses çıkarmazken Doğu Anadolu ve Batı Anadolu’ya yönelik girişimlerde çok sert tepkiler vermiştir. Abdülhamid’e göre Fas, Tunus, Mısır gibi vilayetlerde Osmanlı Devletinin varlığı sadece ismen idi. Halbuki İmparatorluğun asıl dayanak noktaları Doğu ve Batı Anadolu’dur. 
 
Abdülhamid’in dış politikasında Panislamist çizgi de göze çarpmaktadır. Bu politikaya korkutma politikası da demek mümkündür. Şöyle ki; Abdülhamid Müslümanların halifesi olarak bir isyan çıkarma ile büyük devletleri tehdit ediyordu. Bu tehdidin her ne kadar hayatiyet bulması güç ise de bu fikrin oluşması bile büyük devletlerin tedirgin olması için yetiyordu. 
 
Abdülhamid, Tranbulgarp’ta: Fransa ve İtalya’yı, Mısır’da: İngiltere ve Fransa’yı, Balkanlarda ise Avusturya ve Rusya’yı karşı karşıya getirmiştir. Bu politikası ile Osmanlı Devleti’nin hayatını 33 yıl daha uzatan Abdülhamid bu politikasını saltanatının tüm dönemlerinde devam ettirmiştir. 
 
10- Almanya İle İlişkiler
 
Abdülhamid’e göre kendisinin Almanya yanlısı bir siyaset takip eder görünmesinin nedenleri şöyledir:
 
1- İki millet ve devlet arasındaki karakter ve rejim benzerliği,
2- Almanya ile herhangi bir sınırımız bulunmaması,
3- Almanya ile şimdiye kadar silahlı çatışmaya girmeyişimiz,
4- Almanya diğer devletler gibi hasmâne emeller içerisinde olmaması,
5- Almanya’nın Müslüman sömürgelere sahip olmaması,
6- Almanya askerinin son derece iyi eğitim görmüş olması.
 
Saydığım bu nedenlerden dolayı Almanya yanlısı bir siyaset takip eden Abdülhamid, bu siyasetini körü körüne yapmamış bunu yaparken başta İngiltere olmak üzere diğer devletleri de göz ardı etmemiştir. 
 
Almanya İmparatoru II. Kayzer Wilhelm, ister Avrupa’da bulunduğu itilmişlik psikolojisi ile olsun isterse yeni sömürgeler elde etmek amacı ile olsun Osmanlı Devleti’ne karşı gayet yumuşak bir siyaset takip etmiştir. Bu siyasetinin neticesi olarak iki defa İstanbul’a da gelen Wilhelm, Abdülhamid tarafından son derece iyi ağırlamıştır.
 
Kayzer, 1898 yılında ilk defa geldiği İstanbul’da tüm dünya kamuoyuna Osmanlı Devleti ile her zaman birlikte hareket edebileceklerini ilan edince başta İngiltere olmak üzere Avrupalı devletler çok heyecanlanmış ve bunun gerçekleşmemesi için çeşitli tedbirlere başvurmuşlardır. Abdülhamid, bu konuşmanın ardından Bağdat Demiryolunun yapım imtiyazının Almanlara verildiğini ilan etmiştir. Bu duruma İngiltere sert tepki göstermiştir. 
 
İkinci Abdülhamid Bağdat Demiryolu yapımının imtiyazını Almanlara vermiş olmasına rağmen II. Wilhelm’i “tecrübesiz” ve “akılsız” bulduğunu ifade ederek “ O, Bismarc gibi büyük bir diplomat değildi. Ben Alman politikasına önem vermekle beraber öteki  büyük devletleri de gözden kaçırmaktan ve gücendirmekten çekinirim. Politikamı terazi ile tartarım” demektedir.
 
Abdülhamid asla körü körüne bir Alman hayranlığı yapmamış yukarıda da ifade ettiğim gibi devletler arasındaki ihtilaflardan faydalanmıştır.  
 
Abdülhamid:
 
- Kara askerlerinin ıslahını Almanlara,
- Donanmanın ıslahını İngilizlere,
- Jandarmanın ıslahını da Fransızlara vermiştir. 
 
11- Panislamizm ve Abdülhamid
 
Panislamizm, kısaca İslam ülkelerinin birlikte  hareket etmesini ifade eder. Aslında bu politikanın uygulanabilirliği her zaman tartışılmıştır. Ben burada bu tartışmalara girmeden İkinci Abdülhamid’in siyasi hayatında Panislamizm politikası nerededir ve bu politika nasıl kullanılmıştır gibi sorulara cevap vermekle yetineceğim. 
 
Osmanlı sultanları içerisinde Panislamizm politikasını İkinci Abdülhamid kadar etkili kullanan hiç bir sultan olmamıştır. 
 
Sultan Abdülhamid, Berlin Anlaşmasının ardından Hıristiyan tebaanın Osmanlı Devleti’nden ayrılma temayüllerinin artmasını görünce Panislamizm fikrine daha da sarılmıştır. Bu anlaşma sonrasında Osmanlı Devleti neredeyse tam bir Müslüman ülke görünümüne bürünmüştür. 
 
İkinci Abdülhamid’in Panislamist siyaseti kısa zamanda semerelerini vermiş ve Hindistan Müslümanları 93 harbi için Osmanlı Devleti’ne 123.843 Osmanlı lirası hibe etmişlerdir. 
 
İkinci Abdülhamid döneminde Panislamist politikanın takip edilmesinde Cemaleddin Afgani ve Ahmet İzzet Paşa önemli görevler ifa etmişlerdir. 
Abdülhamid, milliyet davası güderek Müslüman topluluklarının birbirinden ayrılmasına son derece karşı çıkmış ve kendi saltanatı döneminde bunun gerçekleşmemesi için elinden gelen gayreti göstermiştir. 
 
Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan 20.000.000 Müslüman nüfusun yanında Dünyada 230.000.000 daha Müslüman yaşamakta idi. Ayrıca İran ve Afganistan hariç tüm Müslümanlar sömürü altında yaşamakta idi. Bu Müslümanlar için Osmanlı Devleti en büyük destek idi. Bu cümleden olmak üzere dünyanın her yanından gelen Müslüman elçiler İkinci Abdülhamid’i ziyaret ediyor ve sıkıntılarını anlatıyordu. İkinci Abdülhamid’in kapısı daima bu elçilere açık bulunmuş ve gelenlerle de Abdülhamid, bizzat ilgilenmiştir. 
 
İkinci Abdülhamid’in Panislamist politikasının amaçlarını şöyle özetlemek mümkündür:
 
1- Yabancı işgalini durdurmak,
2- Yabancı işgaline uğramış toplulukları uyandırmak,
3- Yabancıların ayrıcalıklarına bir son vermek,
4- Mümkün olursa tüm Müslüman ülkeleri halifenin yönetimi altında birleştirmek.
 
İkinci Abdülhamid, bu amaçları gerçekleştirmek için dünyanın dört bir yanına elçiler göndermiş ( 1889’da Japonya’ya, 1901’de de Çin’e bir heyet gönderilmiştir) ve dünyanın her yerinden de elçiler kabul etmiştir. Özellikle Hac zamanında İstanbul, Kuzey ve Kuzeydoğu’dan gelen temsilciler ile dolup taşmakta idi. 
 
Abdülhamid’in bu politikasından en fazla İngiltere ve Fransa rahatsız olmuştur. Çünkü en fazla Müslüman sömürgeye sahip ülke bunlardı.
 
12- Hamidiye Alayları
 
Osmanlı Devleti’nde Araplar ve Kürtler askerlikten muaf tutulmuşlardır . İkinci Abdülhamid’e göre bir millette “bu devlet benim devletim” denmedikçe birliktelik asla sağlanamaz. Bu nedenle İkinci Abdülhamid Libya’da “Koloğlanları”nı Doğu Anadolu’da da “Hamidiye Alayları”nı kurmuştur. 
 
Doğu Anadolu etrafında çereyan eden Ermeni tehlikesi ve Rus yayılmacılığı gün geçtikce artmış, Abdülhamid de buna bir çözüm bulmak amacı ile 80 Kürt aşiret reisini İstanbul’a davet etmiştir. Bu Kürt aşiret reisleri yerel kıyafetleri ile saraya gelmişler bu durumdan Abdülhamid biraz da ürkmüştür. 
 
Çeşitli görüşmeler sonrasında güveninin de bir nişanesi olmak üzere  kurulacak teşkilata “Hamidiye Alayları” ismini veren Abdülmamid’e göre bu teşkilat Doğu Anadolu’nun elden çıkmaması için önemli görevler icra edecektir. 
 
Rus ve Ermeni tehdidi dışında bu teşkilat Doğu Anadolu’da merkezî otoritenin tesisi, devletin buralarda daha da etkinleştirilmesi ve sosyo-ekonomik dengenin korunması amacı ile de kurulmuştur.
 
13- Abdülhamid ve Türkler
 
Osmanlı Devleti tarihinde fikir akımlarını çeşitli dönemlere ayırmak mümkün olsa idi herhalde şöyle bir tasnif yanlış olmazdı:
 
1- 1299-1878 arası Osmanlıcılık
2- 1878-1908 arası Panislamizm,
3- 1908-1916 arası Panislamizm ve Pantürkizm,
4- 1920 ve sonrasında da Anadolu Türkçülüğü.
 
Abdülmamid kendisine bağlı “Söğüt Alayı”nı muhafız birliği içerisinde en seçkin yere oturttuğunu söylemektedir. Bana göre Abdülhamid, diğer Osmanlı padişahlarından daha fazla Türklere ilgi göstermiştir. 
 
İkinci Abdülhamid bir keresinde Amerika sefirine Kızılderililerin Türk olup olmadığını sorduğu kaynaklarda geçmektedir. 
 
İkinci Abdülhamid kendisinin ifadesine göre iki şeyden korkardı. Bunlar:
 
1- Borç,
2- Unsur-ı asliyenin (Türklerin) zarar görmesi.
 
İkinci Abdülhamid döneminde daha önceki padişahlara oranla Türklerden büyük memur atamaları gerçekleştirilmiş, İstanbul’daki Türkçü hareketlere de pek ses çıkarılmamıştır.
 
Yunan Harbi: 1897 yılında meydana gelen Osmanlı-Yunan savaşı Osmanlı Devleti’nin galibiyeti ile sonuçlanmışsa da Avrupalı Devletlerin müdahaleleri neticesinde imzalanan anlaşma ile sanki Osmanlı Devleti yenilmiş muamelesi görmüştür. 
 
14- Maliyenin Islahı
 
İkinci Abdülhamid tahta geçtiğinde Osmanlı maliyesi çok berbattı. Dış borçlar haddinden fazla olduğu için ödenmesi çok büyük problemlere neden oluyordu. Devlet ve saray israf içerisinde idi ( bugün olduğu gibi). Sultanın ilk işi masrafları kısarak israfı önlemek oldu. İlk tedbir olarak saray memurlarının sabah akşam evlerine yemek götürmelerini yasakladı. 
 
Ardından da şu kararları aldı:
 
1- Yemek yeme hakkı toplu olarak ifa edilecektir,
2- Valide sultanların mali imtiyazları lağvedilecek,
3- Merasim ve teşrifat sadeleştirilecek.
 
Bu kararların ardından İkinci Abdülhamid mali konularda danışman olarak kurnaz Galata bankerini Zafiri’yi tayin etti, diğer memurlara örnek olması için kendisinin aldığı maaşı azalttı (bugünün takdirini ise okuyucuya bırakıyorum), ve Saray masraflarının üçte birini de özel hazinesinden karşılamaya başladı. 
 
Jön-Türkler Abdülaziz’i “israfçı” olarak nitelerken İkinci Abdülhamid’e ise aldığı tedbirler nedeni ile “”Pinti” demişlerdir. 1880 yılına gelindiğinde Osmanlı borçları 250.000.000 liraya kadar çıkmıştı.1881 yılına gelindiğinde devlet “Muharrem Kararnamesi”ni yayınlayarak iflasını ilan etti. Bu ilanın ardından Duyun-ı Umumiye kuruldu ve adeta devlet içerisinde bir devlet daha oldu. Bu komisyon, borçların tasfiyesi için alkollü içkiler, balık, tuz, ipek, tütün ve damga vergisi gelirlerinin idaresine el koyuyordu.
 
İkinci Abdülhamid’in en büyük emeli Osmanlı borçlarının ödenmesini gerçekleştirmek idi. Bu emelini gerçekleştirmek için var gücü ile çalışan Abdülmamid, her ne kadar Osmanlı borçlarının tamamını ödeyemedi ise de O borçların dörtte üçünü ödemiştir. Bu ödemede devletin öz kaynakları kullanılmış bu süre içerisinde de çok az dış borç alınmıştır . 
 
İkinci Abdülhamid, 93 harbi neticesinde Osmanlı Devleti’nin ödemekle yükümlü olduğu savaş tazminatını Rus İmparatoru ile kurduğu dostluk neticesinde onda bire düşürmüş bu gaile de böylece atlatılmıştır. 
 
15- Ordunun Islahı
 
Osmanlı-Rus savaşı orduyu mahvetmişti. İkinci Abdülhamid  orduyu ıslah etmek için Alman subaylarını tercih etmiştir. 
 
Almanların Abdülhamid’in bu tercihine olumlu yanıt vermesinin nedenini şöyle sıralayabiliriz:
 
1- Doğu’ya yayılma isteği,
2- Ucuz hammadde ihtiyacı,
3- Pazar ihtiyacı.
 
İkinci Abdülhamid, 1880 yılında Alman subayların gelmesi için Alman İmparatoruna istekte bulundu.  Alman İmparatoru ayağına gelmiş bu teklifi hemen kabul etti. Bu teklifi kabul etmesinde Almanya’nın şu faktörler rol oynamıştır:
 
1- Güçlü bir Türkiye Rusya’ya karşı kullanılabilirdi.
2- Türkiye, Almanya’nın silah sanayisi için iyi bir Pazar olabilirdi. 
 
İkinci Abdülhamid’e göre Almanya’dan gayet ucuz fiyatla ayrıca gayet elverişli şartlar ile çok sayıda modern top, tüfek, silah, askerî araç ve gereç alınmıştır. 
 
Sultan İkinci Abdülhamid kesinlikle gayrimüslimlerin askere alınmasına karşı çıkmıştır. 
 
16- Donanma
 
İkinci Abdülhamid’e yönelik eleştirilerden birisi de donanmayı Haliç’e hapsettiği şeklindedir. Donanma, Osmanlı-Yunan harbinde uzun bir süre sonra ilk defa denize açılmıştı. Gemiler denize açılmışsa da henüz Çanakkale Boğazı’na gelmeden bir çoğunun çürümüş olduğu ve değil harp etmek Boğaz’ı bile geçemeyecek vaziyette olduğu anlaşılmıştır. 
 
Abdülhamid bu durumu görünce hemen emir vermiş ve Donanmanın ıslahı için çalışmaların başlatılmasını istemiştir. Bu cümleden olmak üzere, yenileme çerçevesinde çürüyen gemileri iç ve dış tersanelerde tamir ettirmiş, Sultan Abdülaziz’den sonra dışarıya Osmanlı Tarihinde en çok harp gemisi veren Sultan olmuştur . 
 
Bana göre İkinci Abdülhamid Donanmayı ihmal etmemiş sadece önceliği kara ordusuna vermiştir. Bunda birden çok etken vardır. Bunları kısaca şöyle sıralayabilirim:
 
1- Donanmaya yapılan yatırımın semeresinin uzun vadede alınacak olması, Osmanlı Devleti’nin buna vaktinin olmaması.
2- Donanmanın yenilenmesi için alt yapının olmaması.
3- Kara ordusuna yapılan yatırımın hemen semeresini vermesi.
 
Saydığım bu nedenlerle Abdülhamid, donanmayı ikinci plana almış ve kara ordusuna ağırlık vermiştir. 
 
Onun döneminde 3870 tonluk Hamidiye Kruvazörü, Ertuğrul Yatı, Mecidiye Kruvazörü, Drama Kruvazörü, Abdülmecid ve Yunus isimli 145 tonluk torpidobot dışarıdan alınanlara sadece bir kaç örnektir. 
 
17- Bağdat Demiryolu Projesi
 
Tarih boyunca Doğu Akdeniz yolu ile Hindistan’a ulaşmak devamlı üzerinde durulan bir konu olmuştur. Bu amacın gerçekleşmesi için bazı çalışmalar yapılmışsa da hiç birisi Bağdat Demiryolu Projesi kadar akis uyandırmamıştır. 
 
Avrupa, Sanayi İnkılabı sonucunda ulaşımda demir yolunu kullanmaya başlamıştır. Hindistan’a doğru bir demiryolu inşasına aslında ilk önceleri gayet sıcak bakan İngiltere, Süveyş Kanalı’nı ele geçirince bu düşüncesinden vazgeçmiş ancak projeye bu sefer de Almanlar dört elle sarılmış ve gerçekleştirilmesi için büyük gayret sarf etmişlerdir. 
 
Projenin esası Berlin-İstanbul-Bağdat-Basra arasını demiryolu ile döşetmekti. Almanya bu projenin gerçekleşmesi halinde Uzak Doğu’da İngiltere’ye rakip olabileceğinin hesabını yapıyordu. 
 
İlber Ortaylı’ya göre Bağdat Demiryolu Projesi Almanlar için hayati bir öneme sahipti. Bu amaçla iki defa (1888-1898) İstanbul’a gelen Alman İmparatoru  II. Wilhelm, bu amacında başarılı olarak bu imtiyazı elde etmiştir. 
 
İkinci Abdülhamid şu nedenlerle bu projeyi Almanlara vermiştir:
 
1- Anadolu’da Almanya İngiltere’den daha az tehlikelidir. 
2- Almanya buralarda sadece malî ve iktisadî emeller güdecektir.
3- Almanlar İngilizler gibi art niyetle hareket etmezler.
4- İngilizler, Süveyş Kanalında olduğu gibi Bağdat Demiryoluna da el koyabilirlerdi.
5- Bu projenin İngiltere’ye havalesi buranın altın tepsi içerisinde İngilizlere havalesi demekti.
 
İkinci Abdülhamid’e göre bu projenin gerçekleşmesi halinde “Köylünün ürünleri  artık tarlasında çürümeyecek, yok pahasına satılmayacak ve madenlerimiz atıl kalmayacaktı. 
 
1890 yılında projenin kim tarafından yapılacağı henüz belli olmadığı için Avrupalı Devletler yarışa girdiğinde Abdülhamid bu tabloyu şöyle anlatmaktaydı: “ Bu seyretmesi hakikaten zevkli bir manzara idi. İngiliz, Fransız, Rus matbuatı Almanları gözümüze kötü göstermek için rahatça yalan haber yazıyorlar, memurlarımıza da rüşvet teklif ediyorlardı.” 
 
Aslında Abdülhamid bu projenin yapımını Amerikalı Stanford’a  teklif etmişse de Stanford bu teklifi reddetmiştir çünkü o sıralar Amerika’nın da bir baştan diğer başa demiryolu ile donatılması söz konusu idi. En nihayet Abdülhamid, bu projeyi Almanların yapmasını uygun görmüştür. Bu imtiyaz verilirken büyük devletlerin kızdırılmamasına da dikkat edilmiş ve şu imtiyazlar da diğer devletlere verilmiştir:
 
- Batı Anadolu Demiryolu imtiyazı İngilizlere,
- Suriye-Lübnan Demiryolu imtiyazı Fransızlara,
- Kara Deniz bölgesindeki Demiryolu imtiyazı da Ruslara verilmiştir. 
 
Aslında Abdülhamid Kara Deniz’de Ruslara verdiği imtiyazdan rahatsızdır ancak günün şartları bunu gerektirmiştir. İkinci Abdülhamid hatıralarında Ruslara verdiği bu imtiyazın hiç bir zaman gerçekleşmemesi için elinden gelen gayreti sarf edeceğini ifade etmektedir.
 
18- Hicaz Demiryolu Projesi
 
Bu projenin amacını dinî, siyasî ve ekonomik olarak ifade etmek mümkündür. Dinî sebep: Haccın kolaylaştırılması, Siyasî sebep: İngilizler başta olmak üzere batılı devletlerin yayılmacılığına bir son verilmesi, Ekonomik sebepte : ticareti kolaylaştırmaktır . Bunda ayrıca Panislamist siyasetin de büyük payı vardır. Bu projenin gerçekleşmesi halinde şu yararlar elde edilecekti:
 
- Arabistan’ın kontrolü sağlanacak,
- Süveyş Kanalına ihtiyacımız kalmayacak,
- Hac farizası daha da kolaylaşacaktır. 
 
Yolun inşası başlamadan evvel tüm Müslümanlar arasında bir coşku havası oluşturulmuş bu coşku havasının oluşması Emperyalist ülkeleri tedirgin etmiş ve bu projenin gerçekleştirilmemesi için bazı çalışmalar yapmışlarsa da başarılı olamamışlardır. 
 
Bu projenin en önemli özelliği tek bir kuruş bile olsa yabancılardan para talep edilmemiş olması ve devletin kasasından da tek bir kuruş bile çıkmamış olmasıdır. Bu proje gerek mühendislik ve gerekse yapım açısından olsun emsallerinden pek de farklı değildir. Tamamıyla Müslüman sermayesi ile gerçekleştirilmiş olan bu projede Medine’nin etrafından geçen yerlere Hz. Peygambere hürmeten ses çıkarmaması için “Keçe” de döşenmiştir. 
 
İkinci Abdülhamid’e göre bu projenin yapımı ile İngiltere’ye büyük bir ders verilmiştir. 
 
Bugün İstanbul’a tüp geçit için yabancı sermaye olması gerektiği söylenmektedir. Tarihe geri dönüşüm yapılabilsek ve Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumda nasıl Hicaz Demiryolu Projesini gerçekleştirdiğini seyretsek.  Ardından da kendimize bakabilsek…
 
19- Eğitim ve Öğretim  
 
Bana göre gerek Gerileme Döneminde eğitime yapılan en büyük yatırım açısından olsun gerekse Cumhuriyet döneminin temellerinin atılması açısından olsun Abdülhamid devrinde yapılmış olan çalışmalar çok önemlidir. 
 
Abdülhamid yabancı okulların  varlığından son derece rahatsız olmuş ve kendi döneminde elinden geldiğince yeni okul açılmamasına çalışmıştır.
 
Abdülhamid; Mülkiye, Hukuk ve Ticaret mekteplerine son derece önem vermiş ve bunların ülkenin her yanına yayılmasına çalışmıştır. 
Eğitim alanında Abdülmamid devri ile daha önceki dönemi karşılaştıracak olur isek karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:
 
- Öncesinde 250 Rüştiye varken bu rakam 600’e çıkmıştır.
- Öncesinde 5 İdadi varken bu rakam 104’e çıkmıştır.
- Öncesinde 4 Darülmuallimin okulu varken bu rakam 32’ye çıkmıştır.
- Öncesinde 200 iptidaî okul varken bu rakam 5.000 civarına çıkmıştır.
- Ayrıca 10.000 sıbyan okulu ve 14 Yüksek okul inşa edilmiştir. 
 
Bu yapılan çalışmalardan başka Sultan, Avrupa’ya her daldan öğrenciyi göndermiş ve öğrenimlerini yaptıktan sonra yurda dönmelerini sağlamıştır (ya bugün!). Yurda dönen bu kişiler Cumhuriyetin temellerinin atılmasında önemli görevler icra etmişlerdir. 
 
20- Abdülhamid’in Radikal Düşünceleri
 
1- Yazımızı Arap harfleri ile öğrenmek kolay olmadığı için daha kolay bir alfabe kabul edilmelidir .
2- 12 günlük fark nedeni ile Miladi takvim kabul edilmelidir. 
3- Harem Ağalığı kaldırılmalıdır.
4- Taht, hanedanın en yaşlısına değil de büyük oğla geçmelidir. 
5- Batı müziği daha da yaygınlaştırılmalıdır.
6- Boşanma zorlaştırılmalıdır.
7- Mümkünse tek eşle evlilik yapılmalıdır.
8- Asli unsur olan Türkler güçlendirilmelidir. 
 
21- Abdülhamid ve Siyonizm
 
19. y.y.da Rusya’da yaşanan gelişmeler Yahudilerin “Vaat Edilmiş Toprak” düşüncelerinin yeniden canlanması ile neticelenmiştir. Bu cümleden olmak üzere Yahudiler akın akın Filistin topraklarına göç etmeye başlamışlardır. Bu göçler giderek artmaya başlayınca İkinci Abdülhamid 1882 yılından itibaren Yahudilerin Filistin’e göç etmelerini yasaklamıştır. Abdülhamid bu durumu şöyle ifade etmektedir: “ İmparatorluğumuz dahilinde iskana ihtiyaç vardır. Fakat Yahudi göçünü münasip telakki edemeyiz. Yabancı dinden olanları kıymık gibi kendi etimize kendimizin soktuğu devreler geçti. Devletimiz dahilinde yalnız aynı dinden olanları kabul edebiliriz.”
 
Abdülhamid koyduğu bu yasağın pek tesirli olmadığını görünce 1882 yılının sonlarına doğru tüm Musevi hacıların Filistin’e girmelerini de yasaklamıştır. Her ne kadar bu yasaklar uygulama alanı bulmuşsa da bu sefer de Yahudiler, Filistin topraklarını satın almaya başlamışlardır. Bu duruma müdahale zamanının geldiğine kanaat getiren Sultan, 1883 yılından itibaren Yahudilerin Filistin topraklarından Yahudilerin toprak almasını yasaklamıştır. Bu yasak, sadece Osmanlı Yahudilerini değil tüm dünyadaki Yahudileri kapsayacak şekilde geniş tutuldu.
 
İkinci Abdülhamid’in bu sert tedbirleri karşısında Yahudiler çeşitli yollarla Sultanı ikna yollarına başvurmuşlardır. Bu cümleden olmak üzere ünlü Yahudi Thoder Herzl, Sultana Filistin’de özerk bir Yahudi devletinin kurulması şartıyla şu tekliflerde bulunmuştur:
 
1- Osmanlı maliyesini Yahudiler güçlendirsin.
2- Osmanlı borçlarını tamamen sildirelim.
3- Ayrıca 20.000.0000 Osmanlı Lirası verelim.
4- Ermeni terörünü bitirelim.
 
Bu teklifler İkinci Abdülhamid tarafından reddedilmiştir. Abdülhamid’e göre kanla alınmış toprak para ile satılamaz. Abdülhamid, Thoder Herzl’in bu teklifini reddederken şunları da ilave etmiştir: “ Siz bu emellerinizi benim imparatorluğum yıkıldıktan sonra kolaylıkla yerine getirebilirsiniz. Ancak benim saltanatım devrinde asla.”
 
22- 1908 Jön Türk İhtilali
 
İkinci Abdülhamid tahta çıktığı andan itibaren çeşitli muhalefetler ile karşılaşmış ve bunu çeşitli çalışmalar ile izale etmiştir. Ancak 1900’lerin başına gelince Abdülhamid’in şahsına olan muhalefet giderek artmış dış güçlerin yardımıyla da bu muhalefet gücünü artırmıştır. Ayrıca maddi sıkıntı sebebi ile askerlerin maaşlarının ödenememesi de bu muhalefetin artmasında bir diğer etken olmuştur. 
Makedonya’da Mason Locaları III. Ordunun genç subaylarına maddî ve manevî destek verip Abdülhamid aleyhine kışkırtmaya başlayınca Sultan, durumdan haberdar olmuşsa da pek de tedbir alma yoluna gitmemiştir. Artık ihtilalin ayak sesleri yavaş yavaş duyulmaya başlamıştı.
 
III. Orduda ihtilal için her şey hazırlanmıştı. Sadece uygun bir ortam kollanmaya başlandı. Reval Görüşmelerinin sürdüğü sırada Resneli Niyazi Bey emrindeki 160 askerle isyan ederek dağa çıktı. Durum İkinci Abdülhamid’e bildirildi. Abdülhamid ilk tedbir olarak 18. fırka kumandanı Şemsi Paşayı buraya sevk etti. Şemsi Paşa buraya geldiğinde Yıldız Sarayı ile haberleşmek için telgrafhaneye girdi ancak Mülazım Atıf Bey tarafından öldürüldü. 
 
Şemsi Paşanın öldürülmesi dağa çıkan genç subaylara rahat bir nefes aldırdı. Bu durum üzerine Sultan, Anadolu’dan Tatar Osman  Paşa kumandasında asker sevk etmişse de Resneli Niyazi Beyin Kuvvetleri bu kuvvetleri dağa kaldırmıştır. Bu durum üzerine çeşitli tedbirler alınmışsa da hiçbiri olumlu bir netice vermemiştir. 
 
23- Meşrutiyetin İlanı
 
III. ordunun genç subaylarının karşısında artık İkinci Abdülhamid’in yapacak bir şeyi yoktu. Makedonya’dan sürekli Yıldız’a Meşrutiyetin ilan edilmesi için telgraflar çekiliyordu. Bu telgrafların ardından 1908’de Manastır’da Kanun-i Esasi ilan edildi. 
 
Baskılara dayanamayan İkinci Abdülhamid hal korkusu ve ikinci bir Alemdar olayının yaşanmaması için II. Meşrutiyeti ilan etti. Sultan’ın bu kararı vilayetlere telgraflar çekilerek ve gazetelerde ilan edilerek halka duyuruldu. Abdülhamid bu durumu şöyle değerlendirmektedir: “Bugün İnkılap fikriyle mest olan bu adamlar, yarın tavsiye ettikleri bu yeniliklerin felakete götüren yollar olduğunu anlayacaklardır.
 
İkinci Abdülhamid bu şekilde Meşrtutiyeti ilan ederek kendisini ikinci geri plana çekmiş, hükümetin işleri tamamen İttihat Terakki’ye geçmiştir. Abdülhamid, bu kararı ile sadece hal’ini biraz geciktirmiştir. 
 
24- 31 Mart Vak’ası
 
Vak’anın İkinci Abdülhamid tarafından tertip ettirildiği ve bundaki amacın da saltanatının  devamını sağlamak olduğu eleştirisi yöneltilmektedir. Biraz aşağıda da ifade edeceğim gibi İkinci Abdülhamid bu olayda kesinlikle suçlu değildir. 
 
II. Meşrutiyet’in ilanının ardından tüm gelişmeler Abdülhamid’in tahttan uzaklaştırılacağı mecraya doğru gitmiştir. Bu cümleden olmak üzere 31 Mart 1909 sabahı Taşkışla’daki Avcı Taburlarında askerler birden bire “Şeriat elden gidiyor” “Padişamız çok yaşa” sedaları ile dışarı çıkmaya başlamışlardır. Peki ne olmuştu da asker “Şeriat isteriz” diye dışarı çıkmaya başlamıştı? Aslında bağıranlardan hiç kimse şeriatı anlatamazdı da. 
 
Olayların baştan sona şahidi olmuş olan Mızıkacı Mustafa Turan bu durumu şöyle anlatmaktadır: “o gün sabah İttihat Terakki Cemiyeti’nden Bahaddin Şakir, Mithat Şükrü ve bazı kimseler, ellerinde “Halife-i Müslimin Sultan Abdülhamid” imzalı fermanı okumak için askerleri topladılar. Fermanda fesin yerine şapkanın giyilmesinin sanki Abdülhamid’e zorla kabul ettirildiği ima ettiriliyor ve bundan böyle askerin fes yerine şapka giymesi emrediliyordu. Bu durum üzerine İttihatçı Ömer Naci askerleri isyan için “bu dinimizde var mıdır? Bizi gavur yapmak istiyorlar ne duruyorsunuz Müslümanlık elden gidiyor” diye bağırmış ve askeri tahrik etmişti .” Bundan sonra asker meydanlara dökülerek “Padişahımız çok yaşa” nidaları ile sokaklara dökülmüşlerdir. 
 
İttihatçılar Abdülhamid’i devirmek için Avcı Taburlarını seçmişlerdi. Çünkü bu taburun hemen hemen tümü İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi idi . Bu isyan bir tertip olduğu için Avcı Taburlarının bu isyanı Selanik’te “Meşrutiyet elden gidiyor” şeklinde lanse edilmiştir. Selanik’te herkes bu isyanda padişahın parmağı olduğuna hükmediyor ve artık Abdülhamid’in miyadını doldurduğu açık açık ifade ediliyordu. Bundan sonra genç zabitler, Hüseyin Paşa kumandasında İstanbul’a doğru hareket etti. Bu kuvvetlere yolda azınlıklardan da katılım gerçekleşmiş ve İstanbul’a varıldığında sayı 15.000’i bulmuştur. Askerlerin İstanbul’a gelmesi ile ortam gerginleşmiş ve Abdülhamid’in Hal’i için uygun bir ortam oluşmuştu. 
 
İkinci Abdülhamid bu durumu şöyle değerlendirmektedir: “Korktuğum oldu. Yorgan davası demiyor muydum? İşte başladı.” İkinci Abdülhamid bu isyanı rahatlıkla bastırabilecek iken askerlerine bir tek kurşun dahi atılmaması için emir vermiştir. Bu durum İkinci Abdülhamid’in hayat felsefesi ile ilgilidir. O, hayatının her döneminde kardeş kanı dökmemek için çabalamıştır. 
 
Abdülhamid isyan eden Avcı Taburların yanına gelerek kendisinin hayatta olduğunu ve isyana gerek olmadığını söylemiştir. Bu söz üzerine asker dağılmış ancak ertesi günü yeniden toplanmıştır. Askerlerin ikinci gün toplanması tamamen İttihat ve Terakki’nin planıyla ilgilidir.  Yaşananlar Rusya’yı da harekete geçirmiş ve Abdülhamid’e yardım teklifinde bulunmuşlardır, ancak Abdülhamid bunu reddetmiştir. 
 
Abdülhamid, olayların daha da büyümemesi için bazı tedbirler almışsa da bu tedbirler Hareket ordusu tarafından yeterli görülmemiş, olaya bizzat hareket ordusu da müdahale etmiştir. Hareket Ordusu Kumandanları, Meşrutiyet’in devam etmesi halinde Abdülmamid’in tahtını muhafaza edebileceği husussunda teminat vermişlerse de olayların kontrolü kendi ellerine geçince bu sözlerini yemişler ve Abdülhamid’in hal edilmesi için girişimlerde bulunmaya başlamışlardır. Aslında Hareket Ordusunun İstanbul’a geldiği tarihten itibaren halk arasında Abdülhamid’in hal edileceği şayiaları dolaşmaya başlamıştır. 
 
Hareket Ordusu, Abdülhamid’i tahttan indirmek için önce kışlaları topa tutmuş askerler etkisiz hale getirilince Yıldız Sarayı’na yönelmiştir. Aslında Yıldız Sarayı’nda kanlı çarpışmaların yaşanmasını bekleyen İttihat Terakkiciler bu görüşlerinde yanılmışlar, yukarıda da ifade ettiğim gibi Abdülhamid kardeş kanı dökülmemesi için emir vererek askerlerin çarpışmasına engel olmuştur. Artık Abdülhamid iktidarı devretmek kararını almıştır. Bu cümleden olmak üzere Yıldız’ı tecrit etmiş olan Hareket Ordusuna mukabele edilmemesini emreden Abdülhamid, teslim bayrağının da derhal çekilmesini istemiştir. Aslında isyan hareketi kendisine bağlı 30.000 silahlı kuvvetler ile kısa zamanda bastırılabilecekti. Ancak Abdülhamid bu emri vermemiştir. 
 
Yıldız Sarayı’nın tecrit edilmesinin ardından Abdülhamid’in hal edilmesi için mecliste görüşmeler başlatılmış ve Abdülhamid’in Sadrazamlığını da yapmış olan Said Paşa bu konuda başı çeken isim olmuştur. Meclis, hal görüşmelerini kısa zamanda neticelendirmiş ve Abdülhamid’in şu nedenlerle tahttan indirilmesi kararını almıştır:
 
- Dinî kitapları yaktırmıştır,
- İsraf içerisinde olmuş ve devleti iyi yönetememiştir,
- Şeriata mugayir davranışlar içerisine girmiştir,
- Kendi bekası için kan dökmüştür…
 
Öne sürülen bu iddialar kesinlikle doğru olmayıp çalışmamda yöneltilen bu suçlamalara cevaplar verilmiştir. Yalnız şunu ilave etmeliyim ki bu hal kararı Elmalılı Hamdi Yazır’a zorla imzalatılmış olup aslında hukukî hiç bir değeri yoktur. Sultan Abdülhamid Hana hal’ini tebliğ için Yıldız’a gönderilen heyetin teşekkül tarzı ise, Türk tarihinin en yüz kızartıcı hadiselerinden birisi olmuştur. Bütün Osmanlı tebeasını temsil etmesi gerektiği iddiası ile teşekkül olunan hey’ette tek bir Türk yoktu. Heyet; Yahudi Emanuel Karasso, Arnavut Esat Toptani, Ermeni Aram Efendi ve Padişah’ın uzun seneler yaverliğini yapmış olan katışık soydan Arif Hikmet Paşadan oluşuyordu. Padişah, hal’ kararını tebliğe gelenlerin kimler olduğunu, mabeyn başkatibi Cevad Beye sorup öğrenince; “Bir Türk padişahına, İslam halifesine hal’ kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?!” demekten kendini alamamıştır.
 
25- Hal Sonrası Abdülhamid
 
İstanbul’dan Selanik’e zor şartlar altında getirilen Abdülhamid’in hiçbir şey almasına izin verilmedi. Biriktirdiği servet de Yıldız Sarayı’nda İttihat ve Terakkiciler tarafından yağmalandı. Padişah’a yolculuğunda üç kızı ile oğullarının ikisi refakat etti. Selanik’te Alatini Köşkü kendisine tahsis edildi. Burada gazete dahi okumasına izin verilmeyen Abdülhamid, Selanik’te üç yıldan fazla kaldı. 
 
Yunanistan’ın Osmanlı Devletine harp ilan etmesi üzerine, Sultan Abdülhamid Han’ın Selanik’te muhafazası zorlaşmış bu nedenle de, İstanbul’a nakledilmesi kararlaştırılmıştır.  Sultan Reşad da bu kararı tasdik etmiştir.  
 
Bu kararın ardından 1 Kasım 1912 günü Loreley vapuru ile İstanbul’a getirilen hakan-ı sabık (eski padişah) Abdülhamid, kendisinin istememesine rağmen  Beylerbeyi Sarayına yerleştirildi. 
 
Sultan Abdülhamid Han, Beylerbeyi Sarayında beş buçuk yıl yaşadı. Bu müddet zarfında, otuz üç yıl dahiyane bir denge siyaseti ile harp riskine sokmadan ayakta tutmaya çalıştığı devletin bir oldu bittiye getirilerek harb-ı umumi felaketine sürüklendiğine şahid oldu. 
 
İngilizler ile Fransızların Çanakkale Boğazını zorladıkları günlerde Boğaz istihkamlarının dayanamayacağı ve düşman donanmasının Marmara Denizine geçebileceğinden endişe edildiği için bir tedbir olarak padişahın ve hükumetin Eskişehir’e nakli kararlaştırıldı. Durum Abdülhamid Hana bildirilince  “Ben Fatih’in torunuyum. Hiçbir vakit Bizans İmparatoru Kostantin’den aşağı kalamam. Dedem İstanbul’u alırken, Kostantin askerinin başında savaşa savaşa ölmüştür. Biraderim nereye giderse gitsinler. Fakat o ve hükumet, İstanbul’dan ayrılırlarsa bir daha dönemezler. Bana gelince; ben Beylerbeyi Sarayından ayağımı dışarıya atmam! ” diye cevab verdi. Onun bu kararlılığı karşısında hükumet İstanbul’da kaldı. Bir nevi Abdülhamid böylece devletin daha o gün yıkılmasını önlemiş oldu. 
 
Abdülhamid Han, Harb-ı Umuminin sonuna yaklaşıldığı 1918 yılının Şubat ayı başında şiddetli bir nezleye tutuldu ve  yaşlılığından dolayı yatağa düştü. 10 Şubat 1918 günü yetmiş yedi yaşında iken vefat etti ve Çemberlitaş’taki Sultan Mahmud türbesine defnedildi. 
 
T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANA BİLİM DALI / Seminer / Cengiz KARTIN /  İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN: HAYATI VE KİŞİLİĞİ

 

 

PAYLAŞ : Email Facebook Google Twitter