Geri dön

MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN-i RÛMÎ

 

M E V L  N    

 

CELÂLEDDÎN-i RÛMÎ

 

Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesinin Belh şehrinde doğmuştur.

Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultanı" unvanını almış olan Hüseyin Hatibi oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh’ den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh’ den ayrıldı.

Mevlana dervişler Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır. Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe’ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı.

Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.

1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında Şerafettin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı.

Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi. Bu yıllarda Anadolu’nun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkârlarla dolup taşmıştı.

Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubad idi. Alâeddin Keykubad Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi. Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler.

Sultan Alâeddin kendilerini Mevlana Celalettin Rumi muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler. Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu Sarayının Gül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhındaki bugünkü yerine defnolundu.

Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müritleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu. Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems’te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebriz’inin yerini doldurmaya çalıştılar. Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu.

Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı. Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

Hz. Mevlânâ’nın Vasiyeti:

Yüce Mevlânâ son demlerindeyken bile nasihat vermeyi sürdürmüş insanları hidayet yoluna davet etmiştir.

Dostlarına vasiyeti şu olmuştur:

"Ben size; gizlice ve açıkça ALLAH'tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, günahlardan çekinmeyi, oruç tutmaya ve namaz kılmaya devam etmeyi, daima şehvetten kaçınmayı, halkın eziyet ve cefasına dayanmayı, avam ve sefihlerle düşüp kalkmaktan uzak bulunmayı, kerem sahibi sâlih kişilerle beraber olmayı vasiyet ederim. Çünkü onların hayırlısı, insanlara faydası dokunandır. Sözün hayırlısı da az ve öz olanıdır"

Bir diğer vasiyeti de oğlu Sultan Veled'e dir:

"Bahâeddin; senin düşmanını sevmeni, düşmanının da seni sevmesini istersen, kırk gün onun hayrını ve iyliğini söyle. O düşman senin dostun olur; Çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır. ALLAH'ın sevgisini de O' nun aziz isimleriyle elde etmek mümkündür. Cenâb-ı Hak buyurduki: ' Ey kullar, kalbinizde safâ ( gönül temizliği) hâsıl olması için daima beni çok anmaktan geri durmayın.' Safâ ne kadar olursa ALLAH'ın nurunun parlaklığı da kalpte o nispette fazla olur. Tıpkı ekmekçinin fırını gibidir. Tandır ne kadar sıcak olursa o kadar ekmek alır. Soğuk olunca ekmek almaz"

"Ben size, gizli ve aleni, Allah'dan korkmanızı, az yemenizi, az uyumanızı, az söylemenizi, günahlardan çekinmenizi, oruç tutmaya ve namaz kılmaya devam etmenizi, daima şehvetten kaçınmanızı, halkın eziyet ve cefasına dayanmanızı avam ve sefihlerle düşüp kalkmaktan uzak bulunmanızı, kerem sahibi olan salih kimselerle beraber olmanızı vasiyet ederim. Hayırlısı, insanlara faydası dokunandır. Sözün hayırlısı da az ve öz olanıdır. Hamd, yalnız tek olan Allah'a mahsustur. Tevhid ehline selam olsun."

OĞLU SULTAN VELED'E VASİYETİ:

"Ey oğlum! Sana vasiyet ediyorum ki: Her halde ilim, edep ve takvâ üzerine bulun. Her zaman geçmiş din büyüklerinin eserlerini inceleyerek, Ehl-i sünnet vel-cemâat yolundan ayrılmamayı vazîfe edin. Fıkıh (İslâm hukûku) ve hadîs-i şerîf öğren, câhil sofulardan olma. Namazı her zaman cemâatle kıl, fakat imâm ve müezzin olma. Şöhret isteme, zîrâ şöhret âfettir. Makâma bağlı olma. Yazdığın şeylerde adını yazma. Mahkemede hâkim huzûruna çıkma. Kimseye kefil olma. Halkın işlediği işlere karışma. Devlet büyüklerinin çocuklarıyla arkadaşlık etme. Uzlete çekilme, yalnız kalma.

Çok söz söyleme. Çok söz işitmek kalbe nifak verir. Sözü inkâr etme. Onun söyleyenleri ve sâhipleri çoktur. Az söyle ve halkın kötülük ve eğrilerinden arslandan kaçar gibi kaç, bir kenarda dur. Kadınlardan ve dinde eğri yollara girenlerden sakın. Herkesle ve zenginlerle sohbet etme (oturup kalkma). Helal ye ve şüphelilerden kaçın. Dünyâ malına kapılma. Dünyâ arzusu dînin zâyi olmasına sebeb olur. Çok gülme ve kahkaha atma. Zîrâ fazla gülmek kalbin ölümüdür. Herkese şefkatle bak. Hâinlikle bakma. Dışını süsleme. Zîrâ dışın süsü; için, kalbin, rûhun harâb olduğunu gösterir. Başkalarıyla mücâdele etme ve hiç kimseden bir şey isteme. Kimseye hizmet buyurma. Âlimlere, evliyâya, mal, can ve tenle hizmet et. Din büyüklerinin hâllerini inkâr etme. Zîrâ inkâr edenler rahat ve kurtuluş yüzünü göremezler." buyurdu.

Yine ölmesine yakın dostu Sirâceddin'e hem iyi, hem de sıkıntılı zamanlarında okuması için şu duayı okumasını tavsiye etmiştir:

"Ya Rabbî! Sana vesile olan sağlığı, seni bol bol tesbih etmek için istiyorum.Ya Rabbî! Bana, ne Senin zikrini unutturacak, Sana olan şevkimi söndürecek, Seni tesbih ederken duyduğum lezzeti kesecek bir hastalık; ne de beni azdıracak, şer ve kötülüğümü artıracak bir sıhhat ver.Ey merhamet edenlerin En Merhametlisi! merhametinle bu duamı kabul et."

 

MEVLANA DAN BAZI SÖZLER:

» Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

» Şu dünyada yüzlerce ahmak, etek dolusu altın verir de, şeytandan dert satın alır.

» Vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına ne mazaretin devası ne ilacın şifası deva getirmiş..

» Aşk altın değildir, saklanmaz. Aşıkın bütün sırları meydandadır..

» Yeşillerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıllardan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir..

» Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.

» Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide: Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki..

» Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı hiç?

» Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır. 

» Ehil olmayanlara sabretmek ehil olanları parlatır.

» Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç? 

» Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir. 

» Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner?

» Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar

» Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir.

» Genişlik, sabırdan doğar. 

» Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.

» Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur. Kıskançlık ateşten meydana gelir.

» Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok. 

» Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.

» Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi. Sonunda sana da dikişsiz elbiseyi giydirecekler.

» Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder.

» Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.

» Ayın, geceye sabretmesi, onu apaydın eder. Gülün, dikene sabretmesi, güle güzel bir koku verir. Arslanın, sabredip pislik içinde beklemesi, onu deve yavrusu ile doyurur. 

» Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur.. 

» İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır. 

» Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz. Suyu başına döksen, başı kırılmaz. Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan, toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.

» Yoldaki bir tepecik seni bunaltmış,oysa önünde yüzlerce dağ var

» Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.

» Adalet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak,başka yere koymak.

» Şu deredeki su,kaç kere değişti,yıldızların akisleri hep yerinde. 

» Yol kesenler olmadıkça ,lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça,sabırlılar ,gerçek erler,yoksulları doyuranlar nasıl belirir,anlaşılır?

» Oyun ,görünüşte akla uymaz ama çocuk oyunla akıllanır.

» Anlayış,edep şehirlilerdedir. Ziyafet,garip konaklamak da köylülerde.

» Resimler ister haberleri olsun,ister olmasın,hepsi de ressamın elindedir,o elden çıkar.

» Alışsan güvercin sallanan kamıştan kaçar mı hiç? O kamıştan göklere uçan yere alışmamış olan güvercin ürker,kaçar.

» Mal, sadakalar vermekle hiç eksilmez. Hayırlarda bulunmak,malı yitmekten korur.

» Çalınmış kumaş,devamlı kalmaz insanda. Hırsızı da darağacına götürür.

» Ağlayışın,feryat edişin bir sesi,sureti vardır. Zararınsa sureti yoktur. Zararda insan elini dişler ama zararın eli yoktur.

» Her korkuda binlerce eminlik vardır,göz karasında onca aydınlık mevcut.

» Şarap kadehtedir ama kadehten meydana gelmemiştir ki. Ağzını,şarabı verene aç. 

» Ekme günü gizlemek toprağa tohumu saçmak günüdür. Devşirme günüyse tohumun bittiği gündür,karşılığını bulma günüdür. 

» Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?

» Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?

» Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler

» Çayırlıktan, çimenlikten esip gelen yel, külhandan gelen yelden ayırt edilir.

» Dünya malı, bedene tapanlara helaldir.

» Gerçek kokusuyla, ahmağı kandıran yalan sözün kokusu, miskle sarımsak kokusu gibi, söz söyleyenin soluğundan anlaşılır.

» Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.

» Ahlaksızların bağırışıyla, yürekli yiğitlerin naraları, tilkiyle arslanın sesi gibi meydandadır.

» Kötü nefis, yırtıcı kuştur. » Hırsın yemdir, cehennemse tuzak.

» Doğan, avdan av getirir, fakat kendi kanadıyla uçar da avlanır. Padişah da bu yüzden onu keklikle, çil kuşuyla besler.

» Dil, tencerenin kapağına benzer. Kıpırdadı da kokusu duyuldu mu ne pişiyor anlarsın.

» Yemekle dolu karın, şeytanın pazarıdır.

» Sözle anlatılan şey, yalan bile olsa, kokusu, gerçek olduğunu da haber verir, yalan olduğunu da.

» Canım bedenimde oldukça, kulum, köleyim, seçilmiş Muhammet'in yolunun toprağıyım. Birisi sözlerimden bundan başka söz naklederse, o kişiden de bezmişim ben, o sözden de.

» Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir. Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir. Sevgiden, padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir.

» Mumundur karanlık veren sana. Anlatırdım bunu ama, gönlünün beli kırılıverir. Gönül şişesini kırarsan artık, yaşamak fayda vermez.

» Rüşvet alan para pul padişahı değiliz. Paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız biz.

» Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.

MEVLANA CELALEDDİNİ RUMİ NİN ESERLERİ

MESNEVİ

Mesnevi, klasik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Bu tarzla yazılan şiirlerde, her beyitin iki mısrası kendi arasında da kafiyelidir. Bir beyitin kafiyesinin kendisinden önce gelen beyitlerle de kendisinden sonra gelen beyitlerle de uyumu gerekmez bu nedenle uzun sürecek konular veya hikayeler şiir yoluyla söylenilecekse, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevi tarzı seçilirdi.

Bu suretle şiir, beyit beyit sürüp giderdi. Mesnevi her ne kadar klasik doğu şiirinin bir şiir tarzı ise de Mesnevi denildiği zaman akla Mevlana’nın Mesnevi’si gelir. Mevlana Mesnevi’yi Çelebi Hüsameddin’in isteği üzerine yazmıştır. Katibi Çelebi Hüsameddin’in yazdığına göre, Mevlana Mesnevi beyitlerini Meram’da gezerken, otururken yürürken hatta sema ederken söylermiş.

Çelebi Hüsameddin’de yazarmış. Mesnevi’nin dili Farsça’dır. Halen Mevlana Müzesi’nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elimizdeki en eski Mesnevi nüshasıdır. Bu nüshaya göre, beyit sayısı 25618 dir. Bu Nesnevi nüshası Mevlana’dan sonra bu konuda en yetkili iki isim olan oğlu Sultan Veled’in ve katibi Çelebi Hüsameddin’in tashihinden geçmiş olması nedeniyle aynı zamanda en sağlam nüshadır.

Mesnevi’nin vezni; Fa i la tün - Fa i la tün - Fa i lün’ dür. Mevlana altı büyük cilt olan Mesnevi’sin de, tasavvufi fikir ve düşüncelerini, bir birine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır.

DİVAN-I KEBİR

Divan, şairlerin şiirlerini topladıkları deftere denir. Divan-ı Kebir “Büyük Defter” veya “Büyük Divan” manasına gelir. Mevlana’nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır. Divan-ı Kebir’in dili de Farsça olmakla beraber, Mevlana Divanın içinde az sayıda Arapça, Türkçe ve Rumca şiire de yer vermiştir. Divan-ı Kebir 21 küçük divan (Bahir) ile Rubai Divanı’nın bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Divan-ı Kebir’in beyit adeti 40.000 i aşmaktadır.

Mevlana, Divan-ı kebir’deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu divana, Divan-ı Şems de denilmektedir. Divanda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.

MEKTUBAT

Mevlana’nın başta Selçuklu Hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerine nasihat için, kendisinden sorulan ve hali istenilen dini ve ilmi konularda açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur. Mevlana bu mektuplarında, edebi mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır. Mektuplarında “kulunuz, bendeniz” gibi kelimelere hiç yer vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa o sözlerle ve o vasıflarla hitap etmiştir.

FİHİ MA FİH

Fihi Ma Fih “Onun içindeki içindedir” manasına gelmektedir. Bu eser Mevlana’nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane’ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. Eserde cennet ve cehennem, dünya ve ahiret, mürşit ve mürid, aşk ve sema gibi konular işlenmiştir.

MECLİS-İ SEBA'A

Mecali-i Seb’a, adından da anlaşılacağı üzere Mevlana’nın yedi meclisi nin yedi vaazı nın not edilmesinden meydana gelmiştir. Mevlana’nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş, ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlenmesi yapıldıktan sonra Mevlana’nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlana, yedi meclisinde şerh ettiği Hadis’lerin konuları bakımından tasnifi şöyledir:

a. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı.

b. Suçtan kurtuluş. Akıl yolu ile gafletten uyanış.

c. İnanç’taki kudret.

d. Tövbe edip doğru yolu bulanlar, Allah’ın sevgili kulları olurlar.

e. Bilginin değeri.

f. Gaflete dalış.

g. Aklın önemi.

Bu yedi mecliste, asıl şerh edilen hadislerle beraber, 41 hadis daha geçmektedir. Mevlana tarafından seçilen her Hadis içtimaidir. Mevlana yedi mecliste her bölüme “Hamd ü sena” ve “Münacaat” ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufi görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevi’nin yazılışında da aynen kullanılmıştır.

ŞEB-İ ARUS NEDİR?

Büyük velî Mevlana Hazretleri, ölüm gecesini “Şeb-i Arûs” (düğün gecesi), yâni dünyâ gurbetinden kurtuluş, vuslata eriş olarak ifâde eder. Ölümün, rûhun hürriyete kavuşup hakîkî bir ölümsüzlük ve ikbâle gidiş olduğunu, şu mısrâları ile ne güzel ifâde eder:

“Öldüğüm gün, tabutumu götürürlerken, bende bu dünyâ derdi var sanma!” “Benim için ağlama, yazık, «vah, vah!» deme! Beni toprağa verdiklerinde de «vedâ, vedâ!» (ayrılık, ayrılık) deme!” “Mezar bir perdedir ki, onun arkasında cennetin huzûru vardır!” “Batmayı gördün değil mi? Doğmayı da seyret! Güneş’le Ay’a gurûbdan hiç ziyan gelir mi?” “Yere hangi tohum ekildi de bitmedi? Endişelenme! İnsan tohumu bitmeyecek diye telâşlanma!” “Toprağa konulduğumu zannetme! Ayağımın altında yedi gök vardır.”

Böyle buyuran Hazret-i Mevlânâ’nın rûhu, hiç şüphesiz yedi kat gökleri aşarak Rabb’inde fânî olmuştur. Hazret-i Mevlânâ diğer bir gazelinde de şöyle der: “Ey can! Sende bu toprak perdesi ile örtülmüş gizli bir hayat vardır...

Burada, gayb âleminde gizlenmiş yüzlerce Yûsuf gibi güzeller mevcuttur...” “Bu ten sûreti, yâni ceset, toprağa kurban verilince, o can sûreti kalır...” “O ten sûreti fânî, can sûreti ise bâkîdir...” “Bil ki ölüm, rûhun bir başka âleme doğması hâdisesinin sancısıdır. Yâni bu fânî âlem için adı ölümdür, ama bâkî ve ebedî olan âlem için adı doğumdur!..” “Hem değil mi ki, canı Allah almaktadır; bil ki ölüm, has kullar için şeker gibi tatlıdır.” “Kezâ ölüm, ateş bile olsa, Allâh’a halîl olana güllük gülistanlıktır; âb-ı hayattır.” “Ölümü korkutucu kılan, onu zorlaştıran, şu ten kafesidir. Teni bir sedef gibi kırdığın zaman, ölümün bir inciye benzediğini sen de göreceksin!..”

KONYA MEVLANA ŞEB-İ ARUS TÖRENLERİ

Mevlana'nın ölüm yıl dönümü nedeniyle her yıl Konya'da 7-17 Aralık tarihleri arasında 'Hz Mevlana'nın Uluslararası Vuslat Yıldönümü Anma Törenleri' düzenleniyor. Tören boyunca, sema gösterileri, sergiler, tiyatro oyunları, şiir dinletileri, panel ve konferanslar düzenleniyor. Etkinlik, 17 Aralık günü geniş bir protokol kalıtımıyla gerçekleşen 'Şeb-i Arus'(Düğün Gecesi) töreniyle sona eriyor. 

1950’li yıllardan itibaren çeşitlenen Mevlana’yı anma törenleri, zaman içinde kurumsallaşmış, Konya’da Kültür Bakanlığı, Valilik, Konya Belediye Başkanlığı, üniversiteler ve diğer resmi ve özel kurumların ve vakıfların katkısı ile bugüne ulaşmıştır. Cumhuriyet tarihinin en köklü kültür-sanat ekinliği olan Mevlana’yı anma törenleri, ilk başladığı günden önce de Mevlevîler arasında Hazret-i Mevlâna’nın vefat gününü anlatmak üzere Şeb-i Arus olarak bilinmektedir.

Hatta ‘Şeb-i Arus’ ibaresi, manevi dünyamızın diğer uluları için de kullanılan bir tabir olmasına rağmen; tıpkı mesnevi deyince Mevlana’nın Mesnevisi’nin, Mevlana deyince sadece Hazreti Mevlana Muhammed Celaleddin’in hatırlandığı gibi artık sadece Hazret-i Mevlana’nın vefat gününü anlatmak üzere kullanılır olmuştur.

 

Şems-i Tebrizî

(1186-1247)

Asıl ismi Mevlâna Muhammed’dir. Me­lik Dâd Oğlu Ali adında bir zatın oğludur. 1185-6 yıllarında Tebriz’de dünyaya geldi. Azerî Türklerindendir. Şemseddin yani, dinin güneşi lakabıyla anıldı. Onun Horasanlı olduğunu söyleyenler de vardır.

Şems’in doğumu ile ilgili farklı tarih veren­ler de olmuştur. Şems 642/1245 yılında Konya’ya altmış yaşlarında geldiğine göre onun, 581/1185 veya 582/1186 yılında doğmuş olması gerekir. (Fürüzüngers.92)

Daha küçük yaşlarda manevi ilimleri tah­silde gösterdiği kabiliyetle dikkat çeken Şems, din ilimlerini tahsilden sonra, genç yaşlarında Tebriz-li Ebubekir Sellafa mürid olmuş, ününü duyduğu bütün meşhur şeyhlerden feyz almaya çalışmış ve bu sebeple de diyar diyar dolaşmıştı. Bu gezgin­liğinden dolayı kendisine “Şemseddin Perende”, “Uçan Şemseddin” denilmiş, ayrıca Tebriz’de tari­kat pirleri ve hakikat ariferi ona “Kâmil-i Tebrizî” adını vermişlerdi. (Efâkî, 1986, s.II/36-37)

Daha sonraları Secaslı Şeyh Rukneddin, Tebrizli Selâhaddin Mahmut ile büyük âlim ve ünlü mutasavvıf Necmüddin Kübra’nın halifele­rinden Centli Baba Kemal’e intisap ederek onlar­dan da feyz aldı.

Gittiği yerlerde kendisine tacir süsü ve­ren Şems, Konya’ya gelmeden önce bir süre Erzurum’da kaldı ve mektep hocalığı yaptı.

Peygamber Efendimiz’in ahlâkını örnek alan Şemseddin-i Tebrizî, devamlı bir arayış içe­risinde oldu, bir rivayete göre de manevî bir işa­ret üzerine de Hazreti Mevlâna’yı arayıp buldu. Dünyaya, kılık ve kıyafete önem vermeyen Şems, Mevlâna ile üç yıl kadar süren beraberliği netice­sinde onun hayatında yeni ufukların açılmasına vesile oldu ve onu İlâhî aşkın potasında eriterek, kâmil bir Hak âşığı yapmaya muvafak oldu.

Efâkî, Menakibü’l-Ârifin’in dördüncü bö­lümünü Şems’e ve Şems’in kerametlerine ayırdığı gibi, Sultan Veled de İntiha-Name’sinde Semâ’ı Hazreti Mevlâna’ya Şems’in öğrettiğini ve onda meydana gelen değişikliği şöyle anlatır:

“O seçkin padişah, aylar ve yıllarca dur­madan şahitlik ve din ilmiyle uğraştı. Takva ile yol almaktaydı. Allah ona, şahitlik mazharından tecelli etmekteydi. Şemseddin onu, kendi seç­miş bulunduğu Semâ’a çağırdı. Semâ başlayınca, Allah’ın lûtfuyla, önceki hâline göre yüz kat daha ileri gittiğini gördü. Gönlünde Semâ yüzünden bağlar, bahçeler yeşerdi, gelişti. Semâ ona doğru yol oldu.”

Mevlâna’da meydana gelen büyük değişik­liği hazmedemeyenler, onun Mevlâna’dan ebedi­yen ayrılmasına sebep oldular. Şems 645 H. 1247 M. yılında şehit mi edildi, yoksa geldiği gibi, kim­seye haber vermeden Konya’yı mı terk etti kimse bilmez.

Bugün Konya’mızda Şems makamı olarak bilinen, halk ve bilhassa Mevlevilerce Mevlâna türbesinden önce ziyaret edilen bu mescit-türbe de mevcut sanduka, boş bir sanduka mı, yoksa Mehmet Önder Bey’in bir hatırasında anlattığı gibi, Şems gerçekten burada mı metfundur, bu da bilinmez. Bilinen bir gerçek odur ki, Allah velileri­nin kalplerde yaşadığıdır.

Şems sevgisi İslâm âlemini öyle bir sarar ki, Yunus Emre’de olduğu gibi, pek çok yerde­ki türbe ve makamlar Şems’e izafe edilir. Şems Türbesi’nde, Şems’e ait sandukanın altındaki me­zarı ilk olarak bulan Mehmet Önder Bey, Şems’e ait makam ve türbelerle ilgili olarak şu bilgileri ve­rir:

“Niğde’deki Kesikbaş Türbesi de Şems’e izafe edilir. Bunlardan ayrı olarak Tebriz’de Geçil denilen mezarlıkta, Hoy’da, Pakistan’ın Multan şehrinde Şems Türbeleri veya makamları vardır. Bunlar çeşitli rivayetlerle süslenmiştir. Bir söylen­tiye göre, Şems, kesik başını alarak Niğde’ye gel­miştir. Bektaşilerin itibar ettikleri “Velâyetname” adlı kitaba göre Şems, kesik başını koltuğunun altına gizleyerek semâ ede ede Tebriz’e gelmiş, orada defnedilmiştir. Pakistanlılar’in söyledikleri­ne göre de Şems, Konya ‘dan bir gece yarısı gizlice ayrılmış, önce Tebriz ‘e oradan da Hindistan’a gelmiş, meczup ve perişan yıllarca ormanlarda dolaştıktan sonra Multan şehrinde ölmüştür.”

ŞEMS-İ TEBRİZİ - SEÇKİLER

 

 

AŞK

1. Aşkı kalem yazmaz ki kitaplarda bulasın.
2. Kapımıza değil; kalbimize vuran buyursun.
3. Her şeyin bir hesabı var. Üzdüğün kadar üzülürsün.
4. İlim üç şeydir: Zikreden dil, şükreden kalp, sabreden beden.
5. Hak yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil.


Sevmeyene karınca yük, sevene filler karınca. Dağı bile taşır insan aşık olup, inanınca. "

" Arza hacet yok, halim sana ayandır. Dile gerek yok, sessizliğim sana beyandır. Söze lüzum yok, susuşum sana kelamdır. Kelama ihtiyaç yok, aşk sana figandır. "

Sevmek bu kadar güzelse, kim bilir sevmeyi yaratan ne kadar güzeldir. "

" Sevmeye layık olmayanı hatırlayarak değerli etme. Dönmek mi istiyor, bir şans daha verme. Unutma sevgi yürekli olana yakışır. "

Biri gelir seni sen eder, biri gelir seni senden eder. "

" Âlimken arif oldun. Peki âşık olmaya namzet misin? "

" Güzel bir gülü, güzel bir geceyi, güzel bir dostu herkes ister. Önemli olan gülü dikeniyle, geceyi gizemiyle, dostu tüm derdiyle sevebilmektir. "

Ya kor yürekli olmalı insan, ya da kor barındıracak yürekli. "

" Yaşarken anlayamadıkları değerleri, öldükten sonra anlamanın kimseye faydası yok. Sevdiğinizi dirileştirmenin yolu, hayatın tazeliğinde itiraf ve ifade etmektir. "

Ey aşk! Seni senelerce yaban ellerde, hoyrat dillerde aradım. Oysa bendeymişin bilememişim. Oyalanmışım. Kalakalmışım. "

" Anladım ki: İnsanlar; Susanı korkak. Görmezden geleni aptal. Affetmeyi bileni çantada keklik sanıyorlar. Oysa ki; biz istediğimiz kadar hayatımızdalar… Göz yumduğumuz kadar dürüstler ve sustuğumuz kadar insanlar… "

" Sanmayasın ki; aşk akıl işidir. Gül ki her gönlün mürşididir. Kimini kokusuyla şad eder. Kimini de dikeniyle irşad eder. "

" Şeriat der ki: Seninki senin, benimki benim. Tarikat der ki: Seninki senin, benimki de senin. Marifet der ki: Ne benimki var ne seninki. Hakikat der ki: Ne sen varsın, ne ben. "

" Hak yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil… Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol; Silenlerden değil… "

" Sen nasıl bir pınarsın Mevlana’m, içtikçe daha çok susadığım. "

" Ya tam açacaksın yüreğini, ya da hiç yeltenmeyeceksin! Grisi yoktur aşkın, ya siyahı, ya beyazı seçeceksin. "

" Bir gül kadar güzel ol; ama dikeni kadar zalim olma. Birine öyle bir söz söyle ki, ya yaşat ya da öldür; ama asla yaralı bırakma. "

" Sen ol da; ister yar’ ol, ister ‘yara'; lütfun da başım üstüne, kahrın da. "

" Kalp ruha der ki: Ben severim, aşık olurum;ama acısını nedense hep sen çekersin. Ruh da cevap verir: Sen yeter ki sev. "

" Sende o var bu var , falan dedi var , falan anlattı var , peki sende senden ne var Mevlana? "

Mum gibi erimiyorsa insan, yanıyorum dememeli. Yanmaktan korkuyorsa kişi, aşk kapısından girmemeli.

Kalp midir insana sev diyen yoksa yalnızlık mıdır körükleyen? Sahi nedir sevmek; bir muma ateş olmak mı, yoksa yanan ateşe dokunmak mı? "

" Gamzelendi gönül yine devası ah’tır. Gönlü mahzun olanın dostu Allah’tır. "

 

PRENSİPLERİ

" Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sende korku ve utanç içindesin çoğunlukla...Yok eğer Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir. "

" Hak yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil ! "

" Kainattaki her zerrede Allahın sıfatlarını bulabilirsin çünkü o camide, mescitte, kilisede, havra da değil, her an her yerdedir. Allahı görüp yaşayan olmadığı gibi, O'nu görüp ölen de yoktur. Kim O'nu bulursa, sonsuza dek O'nda kalır. "

Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. "Aman sakın kendini" diye tembihler.  Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: " Bırak kendini, koy gitsin! " Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var! "

" Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur. "

" Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat' i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin. "

Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile sonunda O sadece kimsenin bilmediği gizli bir bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.  "

" Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir. "

" Ne yöne gidersen git,-Doğu, Batı, Kuzey ya da Güney-çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır. "

Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni taptaze bir "sen" zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir. "

" Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur. "

" Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil. "

" Hakkın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. "Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını.  "

" Allah içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler. "

" Kusursuzdur ya Allah, O'nu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan'dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin. "

" Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir. "

" Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir. "

" Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir. "

" Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk' ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir. "

" Hakiki Allah Aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.."

" Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki, ağlar perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıktan uzak dur. " 

Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak, nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz. "

" Kainat yekvücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir. "

" Şu dünya bir dağ gibidir. Ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir. "

" Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise, başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu an'ın hakikatını yaşar. "

" Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten "ne yapalım kaderimiz böyle" deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatına hakimsin, ne de hayat karşısında çaresizsin. "

" Hakiki Sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıpta kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. Sufi kusur görmez. Kusur örter. "

" Hakk'a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp... Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar, kimimiz ise ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar. "

" Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Tanrı'ya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost ve sakın doğrularını putlaştırma! İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama! "

" Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutanda benlik zannı değil hiçlik bilincidir. "

Hakka teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir belde de yaşar. "

" Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla. İnsan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım sıdım ilerler kişi ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır. "

" Hileden, endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa, Tanrıda onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. Onun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan! "

Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki, sayesinde her şey zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için biz aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı. "

" Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?" diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli. "

Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiç bir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır merkezinde... Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz. "

" Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi yada cismani mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK'ın ise hiçbir sıfata ya da tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde..."                                        

 

 

PAYLAŞ : Email Facebook Google Twitter